Meşhurdur Nasrettin Hocamızın bu fıkrası. Hatta o kadar meşhurdur ki dilimizde deyim olarak kalmıştır.
Bahsimizi şuraya getirmek istiyorum. Bir ay evveline kadar gidelim. Havada uçuşan kasetler, ayakkabı kutularından çıkan dolarlar, gizli görüntüler ve itiraflar hepsi sus pus oldu. Acaba bitti mi bu kasetlerin devamı yoksa yine ‘kurt pusulu günü bekler’ gibi bu kaset sahipleri de yine pusulu bir günü mü beklemektedirler. Mesela önümüzde gelecek olan Cumhurbaşkanlığı seçimleri gibi. Çok merak ediyorum bu sefer hangi kasetler furyasını göreceğiz(!)
Ne garip bir ülke ne garip insanlar olduk. Hemen unutan ve bir daha arkasına bakmayan insanlarımız… Bu öyle bir hal almış ki; bir ay öncesinden hemen hemen her görüşte ve her yerde temenna edenler artık telefonlarına da bakmaz oldular(!) Ya da bir ay öncesinin meselelerine artık ne bakan ne düşünenimiz var.
Çaresizlik nedir bilirmisiniz? Bunu Iraklılara, Suriyelilere, Afganlılara sorun size söylesinler. Hatta söyleyemezlerde, ancak yüzünüze dolu dolu bakıp “yaşamanız lazım” derler. Hani Taliban’ın ırzına geçtiği bir kızı hamile kaldığında ‘zina ettin’ suçuyla recim cezası uygulaması gibi… Kelle koltukta çocuklarını alıp huzur ve hayat hakkı aradığı bir ülkeye yolculuk yaparken batan teknede bir başına çocuklarını kurtarmaya çalışan sonuçta da hepsini denizin derinliklerine bırakan bir anne gibi… Gecenin bir vakti evinden apar topar Pijamalarıyla alınan aile reisinden bir daha haber alınamayıp bir müddet sonrada bir çöplükte bulunan kesik kafaları teşhis için evin en büyük çocuğuna ‘baban bunlardan hangisi’ sorulan Suriyeli gençler gibi…
Çaresizliğin edep ve ahlak kuralları içerisinde en dile gelebilecek misallerini sunmaya çalıştım sizlere. Biz bunların hiç birisini yaşamadık. Altını kalın harflerle çizerek ve bağıra bağıra bir daha söyleyerek diyorum ki, biz bunların hiç birisini yaşamadık. Bu ülke sınırlarında yaşayan hiç bir T.C. vatandaşı yaşamdı.
T.C. vatandaşı olmak ne büyük bir nimettir bilirmisiniz? İşte bu nimeti ancak yukarıda yazmış olduğum çok küçük birkaç çaresizlik örneklerini yaşayanlar bilir. Bizler neye benziyoruz biliyormusunuz? Balıklara. Balık deryada yaşarmışta suya hasret kaldım dermiş. Ne zaman ki başını sudan çıkarırmış, o zaman anlarmış deryanın su olduğunu.
Aklıma ne geliyor biliyormusunuz? Bu milletin hiç tarih bilgisi olmadığı ya da okuduğu bilgilerin aklında kalmayıp uçuşu.
31 Mart Olayları ve cennet mekân Abdülhamit Han Hz.lerinin hal edilişi. Günümüzden bir ay öncesindeki senaryoyla aynı senaryo. Aradaki fark o gün, askerleri kafaya alan zihniyet bu gün farklı bir gücü, hain emellerine alet ettiler. Mekân aynı mekân… Gezi olayları. Gaye aynı gaye… O gün “Din elden gitti şeriat isteriz ey İslam-ı Mübin” bağıranlar bu gün “yeşili kestirmeyiz” dediler. Ne o gün din elden gidiyordu ne bu gün yeşil. Gaye halkı galeyana getirip akıllarındakine meşru bir zemin hazırlamaktı. O gün Cennet mekân Abdülhamit Hanın aşırı bir merhametiyle emellerine kavuşmuştular. Bu gün ise Allah fırsat vermedi.
O gün neye, kime hizmet ettiklerini bilmeyenler, bu günde bilemediler. O gün işin gerçek yüzünü yıllar sonra kavrayıp ellerini dizlerine vuranlar ‘Türkiye’ninin tek filozofu Rıza Tefik Bölükbaşı gibi’ bu günde yıllar sonra aynısını yapacaklar hiç şüpheniz olmasın.
O gün kardeşi kardeşe kırdırmak isteyenler, bu günde aynısını yapmak istediler. Buna kısmen de sahip oldular da. O gün ‘tek, evlatlarımın kanı akmasın’ diyen o ulu Hakan ‘ben her şeye razıyım bir tek evladımın burnu bile kanamsın’ diyen o Allah dostu veli, bu gün yaşasaydı ipin ucu kimin elinde olduğunu bizlere bağıra bağıra söylerdi.
O gün kardeşi kardeşe kırdırmak isteyen zihniyet ne ise bu günde o, o gün kan isteyen karanlık eller hangi ellerdi ise bu günde o eller iş başında.
Az önce ne kadar unutkan olduğumuzu söylemiştim. Birazda o karanlık ellerin bizlere neler yatığını ve bizim de unuttuklarımızından bahsedeceğim.
Sultan Abdulhamit Hanın Han’ın halktan parasını toplayarak üç milyon sterline İngiltere’ye sipariş ettiği Sultan Osman ve Reşadiye zırhlılarını İngiliz hükümeti başbakanı Winston Cuhurcill el koydurdu. Bu gemileri hiçbir zaman alamadık. Lozan barışında ise gemilerden vaz geçtik. Merak edenler Winston Cuhurcill’in hangi karanlık ellere hizmet ettiğini araştırabilirler.
Marşal Yardımları altında bize verdikleri miadını doldurmuş ve çoğu eskimiş savaş araçlarını bize veren Amerika daha sonra Kıbrıs Barış harekâtında bu araçları kullanamazsın dediğini. ABD ‘nin bizi kınadığını ve yıllarca silah ambargosu uyguladığını dahası parasını peşin olarak ödediğimiz Fantom Savaş uçaklarını yıllar sonra aldığımızı…
Türk-Yunan anlaşmazlıkları çerçevesinde, gerek kıta sahanlığı, gerek adalar ve gerekse Kıbrıs meselesi gündeme gelince, Amerika’nın her zaman Yunanlıların tarafını tutuğunu.
Bir diğer unuttuğumuz bahis ise 1992 de bir NATO tatbikatında Amerikan gemisi tarafından vurulan ve 5 subay ve askerimizin şehit olmasına ve yirmi iki askerimizin yaralanmasına sebep olan olaydır ki, bu tam bir yılan hikâyesidir. Meraklılar araştırabilirler. Eminim ki karışlarına çıkacak olan sonuç kan dondurucudur.
Burada sizlere bir soru sorarak biraz düşünmenizi isteyeceğim. Acaba Türkiye, Amerikalıları ya da İngilizleri ne kadar ilgilendiriyor. Ya da Amerikan halkı veya İngiliz halkı Türkiye’yi ne kadar tanıyor.
Hiç unutmam. Sene seksenli yılların sonları… Bir televizyoncumuz Amerika da Türkiye hakkında röportaj yapıyor. Amerikan halkının Türkiye’den haberleri bile yok(!) Sonuçta spiker mikrofonu bir şerife uzattı ve malum sorusunu sordu. Aldığı cevap şu oldu: “Sanırım Ortadoğu’da bir ülke.”
Peki, bu iki ülkenin Türkiye düşmanlığı neden? Yoksa oralarda yuvalanmış karanlık ve gizli şer güçlerin işlerimi?
Unuttuklarımızı biraz daha eşeleyelim. 17 Şubat 1993. Eşref Bitlis Paşamız uçağına düzenlenen bir sabotaj sonucu şehit edildi. Bu olaydan biraz geriye gidelim. Çekiç Güç denen şer güçler vatanımızda ve şer faaliyetler de bulunuyorlar. Paşamızda bunu tespit ediyor. Çekiç Güç uçaklarının PKK Terör Örgütüne yardım ve yataklık ettiğini belgeliyor. Silah ve mühimmat yardımında bulunduklarını gözleriyle görüyor. Bu olaydan rahatsız olan Çekiç Güç yöneticileri Paşamızın helikopterini taciz ediyorlar. Bu da yetmiyor paşamız Kuzey Irak’a giderken Helikopteri bu şer gücün uçakları tarafından önü kesilerek düşürtme girişiminde bulunuyorlar. Paşamızın helikopteri mecburi iniş yapıyor. Bu olayda çok derin ve gizli güçler tarafından ört bas edilerek kamuoyu yanıltılmıştır. Dileyenler araştırabilirler.
Ya Güneydoğumuzda oynanan oyunlar. Onları nasıl unutabiliriz. Otuz bin vatandaşımıza mal olan ve senede milli gelirimizden milyonlarca lirayı götüren bu gizli ve şer güçlerin oyunlarını nasıl unutabiliriz. Bu bölgemiz kimler yakın ve ne var bu bölgelerimizde, bizim bu bölgedeki varlığımızdan kimler rahatsız, kimlerin ne gibi planları var? Bu soruların cevabını çok iyi araştırmamız ve çok iyi tahlil etmemiz gerekiyor. Bütün bu oyunların baş aktörü kimlerse Gezi olaylarının baş aktörleri de kaset ve montajların, dinlemelerin, şer olarak ne varsa baş aktörleri onlardır. Hiç şüpheniz olmasın.
Sizlere bir bilgiyi daha paylaşıp bu bahsi kapayacağım. Çünkü bu bahis o kadar derin ve bir o kadar da geniş kapsamlıdır ki. Başlı başına bir araştırma yazısı oluşturacak kadar fazladır. Ben sadece aklıma gelenleri yazdım.
Vereceğim bilgi şudur. Ama bir şeyi sizlerden rica ediyorum. Vereceğim bilginin sizler tarafından derin olarak araştırılmasını rica ediyorum. ‘Yeryüzün de Kapitalizmin ve Komünizmin fikir babaları kimlerdir kimlere hizmet etmişlerdir?’ Bu sorunun doğru cevabını bulduğunuz zaman sadece Türkiye değil yeryüzünde dönen dümenlerin cevabını az çok anlayıp idrak edeceğinize eminim.
Son bir şey daha diyerek bahsimizi kapatacağım. Acaba şu anda ki hükümet ve başındaki lideri olmasaydı da, iktidarda her hangi bir muhalefet partimiz olsaydı ve ülkemizde bu kadar istikrara ulaşmış olsaydı. Acaba Gezi olayları veya daha evvelinde veya sonrasında oynanan oyunlar ya da iktidarda olan liderimize karşı bin bir türlü komplo ve itibarsılaştırma oyunları olmayacak mıydı?