Trabzon iline ait efsaneler ve söylenceler: Gugul Taş Söylencesi, Şahin Kayalar Söylencesi, Kocakarı Kayaları Söylencesi, Gelin Güvey Taşı Söylencesi, Gelin Güvey Taşı Söylencesi, Sümela Manastırı Efsanesi, Kentin Alınışına ilişkin Efsane, Delicebal Söylencesi, Hıdrelez Efsanesi
Trabzon’daki Kayalara ilişkin Söylenceler
Gugul Taş Söylencesi
Trabzon merkez ilçe, Maçka Akçaabat’ın kesiştiği noktada, tosunlu köyü sınırları içindedir Kendi ismi anılan tepenin zirvesinde bulunmaktadır. Tepenin köye bakan yamacı kayalık ve kayanın üzerinde yaklaşık on metre yükseklikte, yumurta biçiminde dikeyine duran bir kayadır. Tepenin deniz tarafında kilise kalıntısı vardır. Mehmet Yürük’ün (Akoluk/Trabzon) anlatımına göre gugul taşın şöyle bir hikâyesi vardır. “Zamanın birinde insanlar toplanarak gugul taşı yuvarlarlar. Fakat sabahleyin baktıklarında, gece tekrar taş yerine gelmiş” Taşın yerinde Allah tarafından durulduğuna inanılır.
Şahin Kayalar Söylencesi
Ziganoy olarak bilinen Başkurt, Sevimli köyü mıntıkasındadır. Fakir bir insanı zamanında köyünden kovarlar. Fakir insan kayalık bölgeye gelince burası benim tapulu mülküm diyerek yerleşir. Köyden kovulan adamın ismi Şahin olduğu için “Şahin Kayaları” olarak isim alır.
Kocakarı Kayaları Söylencesi
Sürmene yaylalarına çıkarken Soğuk sudan az yukarıdadır. Ali Rıza Temelli’nin (Soğuksu Mahalle/Sürmene) anlatımına göre hikâyesi şöyledir. “Yaylalara Nisan ayı sonunda çıkılır. Fakat bu kayalara ismini veren kocakarı küçük (Şubat) ayında koyun ve keçilerini alarak yaylaya çıkmaya karar verir. Etrafındakiler her ne kadar bu ayda yaylaya çıkılmaz diye ikna etmeye çalışsalar da ikna edemezler. (Küçük ayı vak vak eder oğlanım) Küçük ayı bana vız gelir anlamında bir söz söyleyerek yola koyulur. Bugün kayaların bulunduğu mevkiye gelince fırtınaya tutularak donarak ölür.”
Gelin Güvey Taşı Söylencesi
Trabzon Boztepeden bakılınca Maşatlık üstünde iki taş vardır. “Kaynatası gelinine beddua eder. Evden çıkan gelinin eşi takip etmeye başlar. Kayaların olduğu yere gelince ikisi de taş olur. Gelinin gözü taşa tepeden çıkarak yansır.”
Sümela Manastırı Efsanesi
Trabzon’un Maçka ilçesine bağlı Altındere Köyü yakınlarında Hristiyanlarca önemli bir manastır bulunmaktadır. Yunanca adı Panagia Sumela (Παναγία Σουμελά) veya Theotokos Sumela’dır.
Panagia Meryem ana demektir ve aynı zamanda manastırın yakınlarındaki derenin de adıdır.
Sümela kelimesinin doğuşuna yani etimolijisine baktığımızda şöyle bir rivayet vardır. Karadenizli Hristiyan Rumlar Mela dağındaki mucizevi Panagia ikonosundan bir şey diledikleri zaman ‘stou mela’ diyorlarmış bu kelimenin de zamanla Sumela’ya dönüştüğü düşünülüyor, ayrıca bu yüzden manastıra ‘Karadağın (Mela dağının) bakiresi’ de denilmektedir.
Manastırın ne zaman yapıldığı bilinmemekle birlikte yaygın olarak anlatılan bir efsane şöyledir:
Atina’lı Barnabas ile Sophronios adlı iki keşiş aynı rüyayı görmüşler; rüyalarında, İsa’nın öğrencilerinden Aziz Luka’ın yaptığı üç Panagia ikonundan, Meryemin bebek İsa’yı kollarında tuttuğu ikonun bulunduğu yer olarak Sümela’nın yerini görmüşler. Bunun üzerine birbirlerinden habersiz olarak deniz yoluyla Trabzon’a gelmiş, orada karşılaşıp gördükleri rüyaları birbirlerine anlatmış ve ilk kilisenin temelini atmışlar.
Bu efsanenin başka bir şekilde anlatımı ise şöyle:
İsa Peygamberin havarilerinden olan Lukas’ın bir tahta parçası üzerine çizdiği Meryem Ana resmi (ikona) yıllar sonra kendiliğinden Atina’ya uçmuş. Renginin koyuluğundan ötürü daha sonraları Kara Meryem, Kara Melek, Kara Madonna gibi adlarla ünlenen bu resim, Theodosius döneminde, 4’üncü yüzyılda Atina’dan ayrılmak istemiş.
İkona daha sonra melekler tarafından uçurularak, Maçka dağlarının yamaçlarındaki dağ kavuklarından birine yerleştirilmiş O günlerde Barnabas ve Sophranios isimli keşişler rüyalarında Meryem Ana’yı görmüşler ve Meryem Ana keşişlere Trabzon’a gidip ikonanın olduğu kovukta kendisi adına bir kilise yaptırmalarını söylemiş. Keşişler deniz yolu ile Trabzon’a gelerek, Maçka dağlarının yamaçlarındaki taş kovuğu içindeki Meryem Ana ikonasını bulmuşlar.
Onlardan önce bu resmi gören yerliler, ikonayı yakmak istemişler, yanmamış Balta ile parçalamak istemişler kırılmamış. Dereye atıp uzaklaştırmak istemişler, derenin suyu ikonayı sürüklememiş. Meryem Ana tarafından görevlendirilen iki keşiş, melekler tarafından ikonanın konulduğu kovuğa önce bir kilise, sonra bir manastır yapmışlar. Hayatlarının geri kalan kısmını Sümela’da geçiren iki keşiş, aynı gün ölmüşler.”
Manastırın ortasında bulunan kutsal havuz için ise kutsal damla efsanesi adında şöyle bir inanç bulunmaktadır:
Manastırın ortasındaki kutsal havuza, 30-40 metreden iri su damlaları değişik aralıklarla düşermiş Kutsal olduğuna inanılan bu damlalar, yüzyıllar boyunca umutsuz hastaların ve kısırların umudu olmuş.
Tarih boyunca Müslüman, Hristiyan birçok hasta, efsanenin getirdiği umudu paylaşmak amacıyla manastırı ziyaret ederek zengin adaklar ve kurbanlar adayarak damla tedavisine girmişler.
Kentin Alınışına ilişkin Efsane
Fatih Trabzon’a gelir, Pontos kralı David ,Fatih’e karşı koyamayacağını anlar Kenti kurtarmanın yollarını arar En akıllı adamlarına tanışır. Fatih’e şöyle bir öneri yapılmasına karar verilir. “Kentin dışında, kıyıda Ayasofya Kilisesiyle Kule arasında bir zincir gerilidir. Fatih’in her zaman övündüğü topçuları bu zinciri kırk atışta koparabilirlerse kent hiçbir direnme olmaksızın teslim olacaktır. Koparamazlarsa ordular geri çekileceklerdir.
Fatih düşünür taşınır öneriyi kabul eder. Topçular hazırlanır atışlar başlar. En iyi nişancılar bile, zinciri koparamaz. Sıra son atıştadır Fatih: “Kendine güvenen varsa geçsin topun başına” der. Kimse göze alamaz.
Derken top birden ateşlenir. Atışı yapan Hoşoğlan adında çelimsiz bir yeniçeridir. Huzura getirilir, Fatih topçu olup olmadığını sorar; olumsuz cevap alınca da öfkelenip başını vurdurur. O anda tepelerden bir çığlık yükselir. “Zincir koptu kent teslim oluyor” Ortalık bir anda karışır. Ordu çığ gibi kente akmaya başlar. Hoş oğlanda kesik başı koltuğunun altında en önde koşmaktadır. İlk coşku geçip de Hoş oğlanın farkına varıldığında olduğu yere düşer, ölür ve öldüğü yere bir türbe yaptırılır.
Delicebal Söylencesi
Onbinler zorlu bir yolculuktan sonra Trabzon önlerine gelirler Maçka – Gümüşhane arasında ki dağlardan geçerken ağaçlardan bal damladığını görürler. Askerlerin çoğu üşüşüp baldan yiyince ya uykuya dalar, yada deli olurlar. Aradan saatler geçer fakat uyanamazlar. Onları gören yerliler Üzerlerinde ne varsa alırlar Ayılanları da bir güzel döverler. Askerlerde ayık olanları kıyıya doğru kaçmaya başlarlar.
Sonunda balın Maçka’da Meryemana Dağları’nda yetişen zifin “Zafinos” adlı çalımsız bir bitkiden toplandığı anlaşılır. ayılanlar bir süre deli gibi dolaştıklarından bu balın adına “Delibal” adı verilir. Günümüzde yaban arısı balı da denilen bu baldan çok yiyenlerde çeşitli delilikler uyuşukluklar sarhoşluklar görülür ki buna bal tutması denir.
Hıdrelez Efsanesi
Yörede yaygın olan bir inanışa göre hıdrelezde çalışmak haramdır. Çalışanlar Belli bir saatte iş başında yakalanırlarsa mutlaka yaptıkları işe göre cezalandırılırlar. Efsaneye göre Hıdrelez günü bir ailenin fertleri tarlaya çift sürmeye giderler. Anneleri tarlaya ekin atmakta oğulları ise öküzleri ile tarlayı sürmektedir. Hepsi oldukları yerde çifte karışır ve yerlerinde birer ağaç biter. Rişk yaylasında bulunan ormanda ağaçların arasında kocaman taşlık bir alan vardır. Tamamen boş olan bu alanda önde bir ağaç, ekin atan anneyi, arkadaki iki ağaç, çit süren çocukları, onların arkasındaki ağaç ise öküzlerini gösterirmiş.