Bu topraklarda yaşamak zordur. Ya da millet olarak refah bir düzey de veya birlik düzenin de yaşamamız hep zor olmuştur. Ne zaman bu millet kafasını kaldıracak olsa, muhakkak bir iç karışıklıkla yüz yüze kalmıştır. Bu durdum; ta 1683’ dan beri hep böyle süre gelmiştir. “1683” Bu millet için bir milat olmuştur. Yenilmez bir ordunun artık yenilebilir inancı, Avrupalının zihnine yerleşirken, bir diğer zihniyeti ise şu olmuştur:” Bunları içerden yıkmak fikri…”
Kırım Hanı Murat Giray Han, Veziriazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşayla ters düşmesi ve aralarında ki itilaf dolayısıyla bütün ordunun mahvına sebep olan o meşhur Tuna üzerinde ki köprüyü tutmamış, akabinde de Lehistan ordusu başta Akıncılar olmak üzere bütün ordunun mahvına sebep olan o baskını yapmışlardır. İki ateş arasında kalan ordu, bütün ağırlıklarını Viyana önlerinde bırakarak geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Kırım Hanı Murat Giray Han ise sadece bu elim durumu seyretmiştir. Evet, yanlış duymadınız sadece seyretmiştir. Bu durum Avrupalılarda yeni bir düşüncenin fikrinin temellerini atmış, ‘bir milletin içine ayrılıkçı fikir tohumları ekmek, kin ve nefreti körüklemek’, daha sonra da gerçekleşecek olan ve İmparatorluğu yüzyıl kadar uğraştıracak olan Celali isyanlarının da fikir babası olmuştur.
Eğer bir ülkeyi yıkamıyorsan, içinde karışıklık çıkar, fikir ayrılığı tohumları ek. Onlar kendi kendilerini yerken, sen beri yandan maliyene bir tabirle ‘malı götür’. O günden bu güne hep aynı senaryo düzenlenmiştir ve her seferinde de başarıya ulaşmıştır bu plan. Tabii aslını sorarsanız bu fikrin asıl babası Çinlilerdir. Biz şimdi eski tarihleri burada kurcalamayacağız.
Avrupalıların ya da diğer milletlerin bu topraklarda yaşayanlara karşı fikirleri hiç değişmemiştir. Önce onarlın aralarına fitne tohumu ek, liderlerini halkın gözünde itibarsızlaştır daha sonra da halkın desteğini üzerinden çek ve bitir.
Yukarda bahsettiğim Kırım Hanı Murat Giray’ın asıl tepkisi Veziriazam Paşaya değildi. Onun tepkisi padişahaydı. Sebep de şuydu: Neden protokolde Kırım Hanı Murat Giray Han, Veziriazamdan sonra gelmiyordu da…
Burada Kırım Hanının itibarı zedeleniyordu güya. Bu durum şer güçlerin eline büyük bir malzeme vermişti.
Celali İsyanlarında da asıl sebep; Padişaha karşı atılan bir sürü iftiraydı. Saf ve temiz kalpli Anadolu insanının bin bir türlü iftirayla kandırmak çok kolaydı. Padişahın sarayda zevkusefaya daldığı, masrafların, israfın alıp başını gittiği ve dini mübinin elden gittiği…
III Ahmet Han oldukça yeniliği seven ve ileri görüşlü bir padişahtır. Damadı Nevşehirli İbrahim Paşa da aynı düşüncede ve birçok yeniliğin başını çekmiş, ilk denk bütçe ve matbaanın gelişi gibi birçok yeniliğe imzasını atan bir Osmanlı Sadrazamıdır. Öte yandan bu yenilikleri ve memleketteki bu refah ve düzeni hazmedemeyen bir takım güçler, İspiri-zade Ahmet Efendi ve Zülali-zade Hasan Efendi gibi din adamlarını sahneye koydular. Ayasofya da vaazlarla halkı III. Ahmet’e karşı kışkırtmaya ve halkın gözünde padişahı ve Sadrazamını itibarsızlaştırmaya başladılar. Tabii ki ellerinde kullanacakları Patrona Halil gibi bir zorba ve yandaşları vardı. Halkın yüzünü padişahtan ve Sadrazamından çevirtmeyi başaran bu iki din adamı, ayaklanma için ortamı hazırlamışlardı. Sonuçta isyan ve yine memlekette bir sürü karışıklık ve elde edilen birçok başarının elden gitmesi ki bunun başında maliye sisteminin bozulması başı çekmektedir.
III. Selim Han da birçok yeniliği memleketine getirmiş, birçok okullar açmış ve gerilemekte olan imparatorluğun ordusunu yeniden düzenlemek ve yeni bir ordu kurarak devletin başına artık bela olmaya başlamış Yeniçeri güruhunu ortadan kaldırmak niyetiyle “Nizamı Cedit” ordusunu kurmuştur. Fakat burada da Aygır İmam sahneye çıkmıştır. O da Ayasofya’dan başlamıştı işe, halkı Padişaha karşı kışkırtıp çeşitli iftiralarla soğutmaya başlamıştır. Bunda başarılı da olmuştur. Nihayetinde Kabakçı isyanıyla III. Sultan Selim Han şehit edilmiştir. “Nizam-ı Cedit” ordusunu ve birçok yeniliği kaldırarak tekrar eski düzene döndürmüşler.( İlk kez hükümet matbaasının açılması, Deniz Mühendis Okulunun açılması v.b.)
Mahmut Handa Ülke topraklarına birçok yeniliği getirmiş, şu anda ki birçok kamu teşekküllerin temelini atmış, ülkeyi okul, hastane ve üniversitelerle doldurmuştur. Bakanlıkların kuruluşu, devlet memurlarına maaş bağlanması, posta teşkilatının kuruluşu, mahalle ve köylere muhtar atanması, yeniçerilin kaldırılıp yerine “Asakir-i Mansure-i Muhammediyye” ordusunun kurulması… Bu yenilikler o kadar çoktur ki bu sayfalara sığacak gibi değildir. Biz sadece önemli olan bazı başlıkları aldık sayfalarımıza. Fakat II Mahmut tehlikenin bir ayağını emniyet altına almıştır. Askerleri. Diğer sınıf ise din adamlarıdır. Onlar da destekçilerinden yoksun kalınca bir şey yapamamışlardır. Ama yine de bu İslam padişahına “Gâvur Padişah!” yaftasını yapıştırmayı başarmışlardır.
Buraya kadar olan mevzu muzdan bir sonuç çıkaracak olursak. Eğer İspiri-zade Ahmet Efendi ve Zülali-zade Hasan Efendiler halka karşı III. Ahmet Hanı itibarsızlaştırmasaydılar yeniçeriler isyana cesaret edemeyeceklerdi. Eğer bu din adamları halkın itimadını ve güvenini padişaha karşı sarsmamış olsalardı yeniçeriler yine isyana cesaret edemeyeceklerdi.
Eğer ki Aygır İmam halkı ve askeri kışkırtmamış olsaydı ve halkın itimadını III. Selim Hana karşı sarsmamış olsaydı yine Kabakçı Mustafa ve yeniçeriler isyana cesaret edemeyeceklerdi.
Demek ki bir lider halkıyla vardır. Halkın güveni ve itimadı aynı zamanda inancıyla ayakta kalabilmekte, lider olabilmektedir. Halkın itimadından ve itibarından düşen lider artık liderlik vasfını kaybetmiştir.
Birazda örneklerimizi yakın tarihimizden verelim.
Adnan Menderes devrinin çığır açan bir lideridir. Öyle ki Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen ve hiçbir demokraside bulunmayan ‘açık oy gizli tasnif’ denen ucubeden demokrasiyi kurtarmış, memleketi bir şantiye alanına dönüştürmüştür. Halkından aldığı vergiyi, ülkesinde yatırıma dönüştürerek büyük bir hizmet atılımı başlatmıştır. Hatta İstanbul da Vatan Caddesini, sabah namazından sonra denetlediği zaman, Muhalefet milletvekilleri arkasından kıs kıs gülüyor ve alay ediyorlardı. “ Menderes buraya uçak mı indirecek!” Şimdiki halini bilenler bilir, Vatan Caddesinin konumunu. İstanbul’un ana arter yolarından biri olmuştur. Burada bir parantez açıp şunu da söylemeliyim ki; aynı muhalefet milletvekilleri, Boğaziçi Köprüsü yapıldığı zaman da aynı hodbinliklerini gösterip,” Bu köprü bu yükü çekmez, bu köprüye gerekte yoktur!” demişlerdi. Şimdi üçüncüsü yapılıyor. Adnan Menderes için küçük bir anekdot daha verip mevzuyu kapatacağım. Adnan Menderes; Büyük bir çiftlik sahibi, oldukça zengin, asil ve köklü aileye mensup bir liderdir. Bir diğeri ise gazidir. Kuvayı Milliyecidir. Memleketini işgal eden Yunan ordusuna karşı birçok baskınlar vermiş, kelle koltukta savaşmıştır. ‘Ama nedense birçokları bu gazilik unvanını ağzına yakıştıramamıştır! ‘ Nihayetinde şehit olmuştur. Bu liderimizde halkının tam bir itimadını ve güvenin almış, halkı tarafından oldukça sevilmiş bir liderdir. Şahadetine kadar birçok iftiralara maruz kalmış, birçok itibarsılaştırma çabaları sonuçsuz kalmış, halkının ona olan güveni sarsılmamıştır. Demokratik yollarla bunu başaramayanlar, çareyi darbede bulmuşlardır.
Bir çığır açan liderimiz ise Rahmetli Turgut Özal’dır. Bu liderimizde memleketimizde asrın çığırını açmıştır. Ve Dünya lideri olmuştur. Engin ileri görüşü sayesinde, Türk Cumhuriyetleriyle ilişkilerimizin temellerini bu liderimiz atmıştır. Oda ülkesini bir şantiyeye çevirmiş ve ilk oto yollarımız ve otoban yollarımız bu liderimiz zamanında yapılmıştır. Memlekette; elektriği ve suyu olmayan köy kalmamıştır. Bu liderimizin de en belirgin özelliği halkın tam bir güveninin ve desteğini almasıdır. Ve ilk kez; Cumhurbaşkanlığı sırasında Kerkük ve Musul’un Misakı Milli sınırları içerisin de olduğunu savunarak, dönemin Genelkurmay başkanına emir vermiştir. Ne gariptir ki dönemin Genel Kurmay başkanı bu görevden imtina ederek istifa etmiştir. Bu liderimizin de akıbeti malumdur. Malum güçler tarafından şehit edilmiştir. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim, her iki liderimize de birçok defalar suikast girişiminde bulunulmuş fakat muvaffak olamamışlardır.
Ne zaman bu topraklar da güçlü bir lider çıksa muhakkak suikasta uğrar. Şu veya bu şekilde yok edilmek istenir. Ne zaman bu topraklarda birlik ve beraberlik ve istikrar sağlansa onu bitirmek için bütün şer güçler ittifak yapar.
Ey bu topraklara göz dikmiş ve bu ülkeyi parçalamayı gaye edinenler!
Bilinsin ki bu topraklar; İslam’ın, ‘Fırkayı Naci’sinin yaşandığı ve yaşatıldığı tek kalesi ve son sathıdır. Bu topraklar Anadolu’dur. Kendi küllerinden yeniden doğmuş, bu dinin Zümrüt-ü Anka’sıdır. Bu dinin en bol meyve veren kara parçasında ki Tuba Ağacıdır. Allahın sevgili Peygamberi tarafından övülen bir ırkın ahfadıdır. Bu toprakları değil bir güruhun parçalaması, buna hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. Çünkü Allahın Dini bu topraklarda emrettiği şekilde hayat bulmaktadır. Bu da Allahın muradıdır. Taa ki kıyamete kadar. Sanırım ne demek istediğim anlaşılmıştır.
Ne demek istediğimi şöyle bir misalle daha da açıklık getireyim. Fahri Kanat efendimiz Mekke’de doğmuştur, Mekkelidir. Bu dinde Mekke’de doğmuştur. Medine’ye muhacir olarak gitmiştir. Daha sonra kendi memleketini yeniden fetih etmiştir, fakat bir daha Mekke’de yaşamamıştır. Yani doğup büyüdüğü, öz vatanın da bir daha kalmamıştır. Bu din Medine’den yeryüzüne yayılmıştır. Ve Allah’ın Resulü de Medine’de metfundur. Bu Allahın muradıdır. Ancak bu din Medine’den yeryüzüne yayıldığı halde Anadolu’da yaşamaktadır. (Burada anlatmak istediğimiz bidatlardan uzak bir din anlayışıdır.) Bu da Allahın muradıdır. Bir göz atarsanız doğup ve yayıldığı topraklara, ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.
Tarihimiz hep tekerrürle bu güne gelmiştir. Perde aynı perde, sahne aynı sahne, oyun da aynı oyunudur. Artık yeter diyelim. Artık tekerrür olan tarihimizin makûs talihini yenelim. Bu sefer tarih tekerrür etmesin.