Etiket: Yaşam

“Aşının Önemini Göz Ardı Etmemeliyiz”

Aşılar, hastalıklara karşı bağışıklık kazandırmak amacıyla toplum sağlığını korumak için kullanılan tıbbi ürünlerdir. İstanbul Okan Üniversitesi Hastanesi’nden Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Servet Öztürk aşılanmanın insan sağlığı için önemine dikkat çekti.

Aşı, mikrobik hastalıklara karşı vücudun bağışıklık sistemini uyararak hastalıkları önleyici amaçla kullanılan, zayıflatılmış veya mikropların hastalık yapıcı etkisi olmayan bazı parçalarının kullanılmasıyla üretilen tıbbi ürünlerdir. İlk olarak İngiliz hekim Edward Jenner tarafından 1876 yılında çiçek aşısının bulunması sonrasında başta Pasteur olmak üzere birçok bilim adamı aşı çalışmalarına ağırlık vermiş 20. Yüzyıl boyunca yüzlerce aşı keşfedilmiştir. 1885 yılında Pasteur tarafından ilk kuduz aşısının bulunmasından sonra 1887 yılında Osmanlı’da Kuduz tedavi müessesesi kurulmuştur. Cumhuriyetin ilanından sonra başta Tüberküloz olmak üzere Tetanoz, Difteri, Kolera gibi aşılar ülkemizde üretilmeye başlanmıştır.

“Aşılar tıp biliminin en önemli buluşudur”

Dr. Öğr. Üyesi Servet Öztürk, “Mikroorganizmalara vücudumuzun tepkisini bağışıklık sistemi dediğimiz koruyucu bir sistem gerçekleştirmektedir. Enfeksiyonlarda sonuç tam iyileşme, hasar bırakarak iyileşme (morbidite) ve ölüm olarak özetlenebilir. 1800’lü yıllarda ortalama insan ömrünün 40’lı yaşları bulmadığı yaygın bilinen bir gerçektir. Ve aşıların kullanımı, sağlıklı yaşam ve barınma koşulları günümüzde insanın yaşam süresini ve konforunu en fazla etkileyen faktörlerdir. Aşılamanın en önemli özelliği diğer tedavilerden farklı olarak hastalık meydana gelmeden, mikroorganizmaların henüz vücuda girmeden uygulanmasıdır” dedi.

“Aşı yaptırmak enfeksiyon hastalıklarından korunmanın en etkili ve ucuz yoludur”

Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, “Günümüzde aşılar sayesinde insan yaşam süresi uzamış, bazı bulaşıcı hastalıklara bağlı sakatlık ve ölüm oranları azalmıştır. Milyonlarca kişinin ölmesine neden olan çiçek hastalığı, tüm dünyada yapılan yaygın bir aşılama kampanyası sayesinde yeryüzünden silinmiş yani eradike edilmiştir. Aşılamada temel prensip, zayıflatılmış yani hastalık yapma kapasitesi çok azaltılmış bir mikrop ile veya mikroorganizmanın bir parçasının insana verilmesi sonucunda bu mevcut mikroorganizmada koruyucu antikorların oluşturulması, bu sayede hastalık semptomlarının meydana gelmemesi veya hastalığın hafif atlatılmasıdır. Yakın zamana kadar aşılanma genellikle çocuklar için uygulanmakta iken, insan yaşam süresinin artması, ileri yaşta enfeksiyon hastalıklarının daha ağır ve ölümcül seyretmesi, çocukluk çağında yapılan bazı aşılara bağlı oluşan antikor seviyelerinin yıllar içerisinde azalması ve küreselleşme etkisiyle seyahatlerin artması nedeniyle erişkin yaşta aşılama önem arz etmektedir” diye konuştu.

           “Aşılanma, çocuklarda olduğu kadar erişkin yaş grubu insanlarda da önemlidir”

Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, “Günlük hekimlik pratiğimizde, çocukluk çağı aşılamalarında toplumumuzun büyük bir kısmının bilinçli olduğu, insanların çocuklarının aşılamalarında oldukça hassas olduğu söylenebilir. Ancak Erişkin aşılamada insanlarımızın yeterli bilinçte ve bilgi seviyesinde olduğunu söylemek oldukça güçtür. Aşılar genel anlamda toplum ve birey sağlığı için en maliyet etkin koruyucu tedavilerdir denilebilir. İnsanlarımız motorlu araçlarını hiçbir şikayetleri olmadığı halde araçlarının sağlığı ve düzgün çalışması için rutin bakımlara götürmektedir. İnsan bedeninin de çok kompleks bir organizma olduğunu hesaba katarsak sağlık taramalarının belli periyodlarda yapılması ve bu taramalarda Erişkin aşılama danışmanlığı alınmasında fayda vardır. Her hekime başvurduğunuzda yapılması gerekli aşılar konusunda bilgi talep ediniz.

Akdeniz diyeti ile beslenin, fiziksel aktiviteye önem verin, sigara ve alkolden uzak durun ve  erişkin yaş aşılamaları için doktorunuza başvurmayı unutmayın..”  diye vurguladı.

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Ramazan’da yavaşlayan metabolizmayı hızlandırmanın 8 yolu

Bayram gibi özel günlerde güzel ve lezzetli ikramlara hayır demek zor olabiliyor.

Ramazan ayında uzun süre aç kalmaya alışan mideyi yormamak ve yavaşlayan metabolizmayı tekrar hızlandırabilmek için beslenmenin çok önemli olduğunu belirten Sodexo Entegre Hizmet Yönetimi Sağlıklı Yaşam Şefi ve Diyetisyen Sibel Mumcu, “Alışkın olduğumuz beslenme düzenine kolay uyum sağlamak için bayram sürecinde sağlıklı ve dengeli seçimler yapmak, miktar ve besin çeşitliliğine özen göstermek çok önemli. İlk amacımız yavaşlayan metabolizmamızı tekrar eski haline getirebilmek olmalı. Metabolizmayı hızlandırmak ancak öğün sıklığını artırmak ve egzersiz ile mümkün” diyerek Ramazan ayı sonrasında metabolizmayı hızlandırmak için beslenme tavsiyelerinde bulundu:

Ağır yiyeceklerden uzak durun. Gün boyu boş kalmaya alışan bir mideye, birdenbire çok miktarda ve hazmı zor yiyecekler ile yüklenmek sindirim sistemi problemlerine neden olur. Bu nedenle gün içinde sık ama küçük öğünler tüketin.

Besinlerin yavaş tüketilmesi ve iyi çiğnenmesi rahat bir sindirim için önemlidir.

Gün boyu aktif olmak gerekir. Ev içinde yapılabilecek basit egzersizler size yardımcı olacaktır. Bunun için uzmanların önerdiği ev egzersizlerini takip edebilirsiniz.

Sıvı tüketimi her dönemde çok önemli. Ramazan nedeniyle vücutta oluşabilecek sıvı kaybını tekrar yerine koymak için günde en az 2 litre su için.

Sıvı tüketimini artırmak amacıyla öğünlere ayran, taze sıkılmış meyve suyu, az şekerli limonata, komposto gibi sıvı gıdalar ekleyebilirsiniz. 

Gün boyunca çay ve kahve tüketimine dikkat edin. Aşırı miktarda tüketildiğinde çarpıntı, kalp ritim bozuklukları, mide problemleri gibi sorunlara neden olabilen bu içecekleri biraz  sınırlandırarak, siyah çay yerine bitki çayları veya kafeinsiz kahve gibi seçenekler tercih edilebilirsiniz.

Bayramlarda özellikle şekerli yiyecekler çok tüketilir. Geleneksel bayram tatlıları ve şekerlemeler, baklava, kadayıf gibi şerbetli tatlılar, çikolatalar, pastalar, poğaça, börek gibi hamur işleri kan şekerini hızla yükselten, hem de enerji içeriği yüksek gıdalardır. Bu gıdaları tek seferde yüksek miktarda veya gün boyunca sıklıkla tüketmek hem sindirim sistemi problemlerine hem de kan şekerinin hızla yükselmesine neden olur. Bu nedenle tüketimlerine dikkat edilmeli ve miktarları sınırlandırılmalıdır.

Tatlı tüketmek istediğinizde şerbetli ağır hamur tatlıları yerine taze ve kuru meyveleri, sütlü veya meyveli tatlıları tercih edebilirsiniz. Hava sıcaklığının artmaya başladığı bu günlerde miktarına dikkat etmek şartı ile dondurma da iyi bir alternatif olabilir.

Bu dönemde çocuklara da özellikle dikkat etmek gerekir. Çocuklar, şeker ve şekerli besinleri tüketmeyi sıklıkla isterler. Ancak aşırı şeker ve şekerli besinlerin tüketimi, büyüme gelişme çağındaki çocuklar için önemli bir tehlikedir. Sürekli şeker tüketilmesi açlık duygusunu da ortadan kaldıracağı için öğünlerde sağlıklı besinlerin tüketimini engeller. Aynı zamanda diş sağlığı açısından zararlıdır, mide ve bağırsaklarda aşırı hassasiyete neden olur. Bu nedenle çocukların sadece ve sürekli şeker, çikolata, şekerli içecekler gibi gıdaları tüketmelerini engellemek, bunun yerine sütlü tatlılar, taze ve kuru meyveler gibi sağlıklı seçeneklere yönlendirmek ve uygun zamanlarda tüketmelerini sağlamak yerinde olacaktır.

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Otizmde erken başlayan eğitim bireyin yaşamına olumlu yansıyor

Otizmli bireylerin akranlarıyla çeşitli aktivitelere katılmaları teşvik edilmeli

Otizmde erken yaşta tanının bir an evvel eğitime başlanması için önemli olduğunu vurgulayan uzmanlar öncelikle anne-babaların bilinçlendirilmesi gerektiğini söylüyor. Ailelerin her otizmli bireyin kendine özgü farklılıkları olduğunu unutmadan buna tutum ve davranış sergilemeleri gerektiğini belirten Sosyal Hizmet Uzmanı İrem Atahan, “Otizmli bireylerin yetkili kişiler tarafından desteklenerek çeşitli etkinlik ve aktivitelerle akranlarıyla iletişime geçmesi gerekir. Örneğin özel eğitim sürecine hâkim bir gölge öğretmen ile oyun gruplarına katılması otizmli bireyin bu programdan üst düzey verim almasına katkı sağlar.” önerisinde bulundu.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Sosyal Hizmet Uzmanı İrem Atahan, otizmli çocukların sosyal hayata uyum sağlayabilmeleri için erken tanı ve eğitimin önemine dikkat çekti. Atahan, ailelere ve bakım verenlere de tavsiyelerde bulundu.

Erken tanı eğitimin etkilerini arttırabilir

Otizm spektrum bozukluğunun, doğuştan gelen ya da yaşamın ilk yıllarında ortaya çıkan, yaşam boyu süren, dil, sosyal ilişkiler, davranış ve bilişsel gelişmede gecikme ve sapma gibi özellikler gösteren nöro-gelişimsel bir bozukluk olduğunu belirten Sosyal Hizmet Uzmanı İrem Atahan, “Otizmde erken yaşta tanı konması, bir an evvel eğitime başlanması ve etkilerinin yaşamlarına olumlu şekilde yansıması açısından önemli. Erken tanı sonrasında otizmli bireylerin sahip olduğu gelişimsel geriliklerine yönelik öncelikle anne-babalarının bilinçlendirilmesi ve dikkat edecekleri noktalar konusunda bilgilendirilmesi gerekiyor.” dedi.

Eğitimin verimli olabilmesi için olumsuz etkiler minimum seviyeye indirilmeli

Özel eğitim programının, tanıyı koyan ekibin aileyi gerekli kurum ve kişilere yönlendirmesi ile başladığını belirten İrem Atahan, “Otizmli bireylerin gelişimi açısından bakım verenlerinin süreç içerisinde bilinçlenmesi önemli. Anne ve babaların her otizmli bireyin kendine özgü farklılıkları olduğunu unutmadan buna göre tutum ve davranış sergilemeleri gerekir. Tanı alan otizmli bireyin; sosyal hayata adaptasyonu ve nöro-gelişimi için aldığı eğitimlerden üst düzeyde verim alınabilmesi ve alınan eğitimde sonuçların sürdürülebilir olması için toplum içinde sosyalleşmesini engelleyen etkileri minimum seviyeye indirmek gerekir.” şeklinde konuştu.

Ailelerin eğitime dahil olması çok önemli

Otizmli bireylerin birbirlerinden farklı gelişim gösterdikleri için kişiye özel ‘Bireyselleştirilmiş Eğitim Programı’ (BEP) hazırlanması gerektiğini aktaran Sosyal Hizmet Uzmanı İrem Atahan, “BEP, bireyin, ailenin, öğretmenin gereksinimleri doğrultusunda hazırlanan destek eğitim hizmetlerini içerir. Bu aşamada ailenin de program sürecine dahil olması, eğitimde kullanılan yöntemleri öğrenmeleri ve bu programı bireyin gündelik hayatında da aktif bir şekilde kullanmalarını sağlaması gelişim döngüsü açısından çok önemli.” dedi.

Kişiye özel eğitim programları gelişimlerine katkı sağlayabilir

Otizmli bireylerin sınırlı ve yineleyici davranışlar gösterme, genellikle yalnız kalmayı tercih etme, göz teması kurmada güçlük çekme, bazı ses ve durumlara aşırı tepki gösterme, bir nesneye karşı aşırı bağlanma, konuşma ve iletişim kurma noktasında sıkıntılar yaşadıklarına dikkat çeken Sosyal Hizmet Uzmanı İrem Atahan, sözlerine şöyle devam etti:

“Kişiye özel oluşturulmuş özel eğitim programları, ergoterapi ve duyu bütünleme çalışmaları, dil ve konuşma terapisi desteği bu durumların aşılması ve ilerleme gösterilmesi açından önemli. Bunların yanı sıra otizmli bireyler kaba motor ve ince motor becerilerinde de güçlük yaşayabilmekte, sıra dışı beden hareketleri gösterebilmekteler.  Motor becerilerinde ve beden hareketlerindeki bu güçlükler sebebiyle bireylerin sportif faaliyetlere yönlendirilmesi bireyin gelişimine katkı sağlayabilir.”

Sosyal davranışlarını geliştirmek için spor yapabilirler

Otizmli bireyler için yüzme, atletizm, bowling, bisiklete binmek gibi sportif faaliyetlerin uygun olabildiğini belirten Sosyal Hizmet Uzmanı İrem Atahan, “Bisiklet denge ve koordinasyon becerisini geliştirir, yüzme tüm vücut koordinasyonunu kullanabilme ve rahatlatıcı özelliğinden dolayı fayda sağlar. Bireylerin sosyal becerileri ezbere ve mekanik olarak yaptığı da göz önünde bulundurulduğunda, sosyal hayata adaptasyonlarının daha rahat olması amacıyla ezber davranışların minimumda bulunduğu sportif faaliyetler, sosyal durumlara uygun şekilde davranışlarını uyarlayabilme becerilerinin de geliştirilmesinde bir araç olabiliyor.” önerilerinde bulundu.

Otizmli bireyler akranlarıyla iletişime geçmesi için teşvik edilmeli

Bireyin sosyal becerilerinin gelişiminde normal gelişim gösteren akranlarıyla bir arada oyunlar oynamasının önemine vurgu yapan Sosyal Hizmet Uzmanı İrem Atahan, “Otizmli bireyler çeşitli etkinlik ve aktiviteler esnasında akranlarıyla iletişime geçmesi için yetkili kişiler tarafından desteklenmeli ve teşvik edilmeli.” dedi.

Bireyin, akranlarıyla iletişime geçmesine ve modelleyerek sosyal becerileri öğrenmesine destek sağlayacak eğitimler bulunduğunu da belirten Atahan sözlerini şöyle tamamladı:

“Tersine kaynaştırma metodu uygulanan oyun gruplarına bireyi tanıyan ve onun özel eğitim sürecine hâkim bir gölge öğretmeni ile katılması otizmli bireyin bu programdan üst düzey verim almasına katkı sağlar. Gölge öğretmeni ile bireyin dışarıda da sosyal işlevselliğini arttırmak amacıyla çalışmalar yapması da mümkündür.”

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Prof. Dr. Selim Badur Aşı Haftası’nda Yaşam Boyu Bağışıklamanın Önemini Vurguladı

Dünya Aşı Haftası özelinde açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Selim Badur, aşıların toplum sağlığına faydalarından bahsetti. Badur, aşıların sadece çocuklar için değil, sağlıklı bir yaşam sürdürülmesi hedeflendiğinde her yaş grubu için gerektiğini vurguladı. 

Virolog ve İmmünolog Prof. Dr. Selim Badur, düzenli aşı takibi ve aşılama konusunda toplum bilincini artırma amacıyla dünya genelinde her yıl Nisan ayının son haftası kutlanan Dünya Aşı Haftası’nda önemli açıklamalarda bulundu. Yaşam boyu bağışıklamanın ancak her yaşta aşılanarak mümkün olduğunu belirten Badur, toplum bağışıklığı kazanımında ilk adımın bireylerin aşı bilincinin artırılması olduğundan bahsetti.  

“Toplumsal bağışıklığın sağlanması aşılarla mümkün”

Bulaşıcı hastalıkların kontrol altına alınmasının aşılarla mümkün olduğunu belirten Prof. Dr. Selim Badur: “Bireylerin sağlık hakkının temel bir bileşeni olan aşılama, koruyucu hekimliğin üstlendiği en önemli görevlerinden biridir. Bağışıklamada esas alınan düşünce toplumda, özellikle çocuklarda, aşı ile önlenebilir hastalıkların ortaya çıkışını engellemek ve bu hastalıkların sebep olduğu sekel ve ölüm oranlarını en aza indirmektir. Toplum bağışıklığına odaklanarak hazırlanan rutin aşılama programları ile dünya genelinde aşı ile önlenebilir hastalıklar büyük ölçüde azaltılmıştır. Aşılarla elde edilen bu durumun hayat boyu korunması yaşamın her döneminde gerekli aşıların uygulanması ile mümkündür.”

“Çocukların düzenli bağışıklanmasında ebeveyn farkındalığı büyük rol oynuyor”

Çocukluk çağı aşılamaları konusunda ebeveyn farkındalığına dikkat çeken Selim Badur: “Çocukların düzenli bağışıklanmasında ebeveynin rolü oldukça önemlidir. Ebeveynlerin eşzamanlı uygulanan aşılar konusunda endişeye kapıldığını gözlemliyoruz. Ancak bu görüşün aksine, aşıların eşzamanlı ya da belirli aralıklarla uygulanmasının sakıncalı olduğunun bilimsel bir kanıtı yoktur. Çocuklar bilindiği üzere keşfetme evresinde oldukça meraklı oluyor. Bu merak, onların bir yetişkine kıyasla daha fazla insanla, objeyle ya da zeminle temasını doğuruyor ve dolayısıyla mikroplarla daha sık karşılaşıyorlar. Çocukların birçok mikropla hayatlarında ilk defa karşılaştıklarını da düşündüğümüzde aşıların önemi daha da artıyor.”

“Aşılar güvenilir biyolojik ürünlerdir”

Aşıların kullanıma sunulmadan önce oluşturdukları bağışıklık yanıtının, etkinliklerinin ve güvenliliğinin bilimsel çalışmalarla araştırıldığını belirten Selim Badur: “Aşılar dünya genelinde toplum bağışıklığını doğrudan etkilemektedir. Bireylere uygulanan aşılara ait veriler, Dünya Sağlık Örgütü, Avrupa İlaç Ajansı, Avrupa Ruhsat Otoritesi, Amerika Birleşik Devletleri Gıda ve İlaç Otoritesi, Amerika Ruhsat Otoritesi gibi dünyaca kabul görmüş otoritelerce incelenir. 

Türkiye’de ise aşılar İyi Üretim Prosedürleri kurallarına uygun olarak üretilir ve ulusal sağlık otoritesine bağlı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu tarafından ruhsatlandırılır. Bu nedenle aşılara güven konusunda çeşitli spekülasyonlara mahal vermemeli, aşılamanın önemini hem kendimiz hem de toplum için benimseyerek düzenli aşı olmayı ihmal etmemeliyiz.” şeklinde konuştu.

Açıklamalarına aşıların salgın hastalıkların önlenmesine olan katkısından bahsederek devam eden Prof. Dr. Selim Badur, “Geçmişten günümüze aşıların çok kez bulaşıcı hastalıklar kaynaklı salgınların durdurulmasına ve toplum bağışıklığının kazanımına katkıda bulunduğuna şahit olduk. Aşılar iyi bir planlama ile salgın hastalıklar yaşanmadan felaketlerin önüne geçilmesini mümkün kılar. Hem çocuklar hem de yetişkinler olarak yaşam boyu bağışıklama kapsamında uygulanacak aşıların düzenli takibi ile ölüme yol açabilecek pek çok hastalıktan korunabiliriz.”

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Antioksidan besinlerle hastalıklardan korunun

Kaliteli ve sağlıklı bir yaşam için günlük beslenmede antioksidan kapasitesi yüksek besinlere yer vermesi çok önemli.

Normal şartlarda canlı metabolizması sağlıklı iken antioksidanlarla serbest radikallerin denge halinde bulunduğunu belirten Anadolu Sağlık Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı Derya Eren, “Antioksidanlar, normal hücre metabolizmasının toksik yan ürünü olan serbest radikalleri etkisiz hale getirerek koruyucu etki gösterirler. Bu nedenle vücudun savunma sisteminin etkisini artırarak hastalık riskini de azaltırlar. Vücudumuz kendi başına bir miktar antioksidan üretir, ancak bu yetersiz kalabilir, bu nedenle diyetle alımı da çok önemli” dedi.

Gelişen teknoloji, çevre kirliliği, radyasyon, tarım ilaçları, ağır metaller ve canlı hücrelerdeki oksijen metabolizması gibi birçok etken insan vücudunda serbest radikallerin oluşumuna neden oluyor. Serbest radikallerin de oksijenin reaktif formları olup, vücut hücrelerini tahrip edebildiğini söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı Derya Eren, “Bu da kalp damar hastalıkları, kanser, katarakt, diyabet, karaciğer tahribatı, Alzheimer hastalığı, Parkinson hastalığı ve diğer pek çok hastalığa sebep olabilir” açıklamasında bulundu.

Renkli meyve ve sebzeler antioksidan deposu

Antioksidan bakımından zengin besinlerin serbest radikallerin etkilerini azalttığının altını çizen Beslenme ve Diyet Uzmanı Derya Eren, “Bu nedenle kendinizi sağlıklı tutmak için daha çok antioksidan açısından zengin besinler tüketmek önemli. Bilinen en iyi antioksidan maddeler arasında; betakaroten ve diğer karotenoidler, C vitamini, lutein, reveratrol, E vitamini ve likopen sayılabilir. Antioksidanlar belirli meyve ve sebzelerde doğal olarak da bulunuyor. Özellikle renkli meyve ve sebzelerde daha fazla antioksidan bulunuyor. Domateslerde likopen veya havuçta beta-karoten farklı tiplerde antioksidanlardır. Hatta çikolata bile listeye bir antioksidan olan flavonoidleriyle girer” diye konuştu.

Serbest radikalleri ölçeme kapasitesi yani ORAC’ın besinlerdeki antioksidan kapasitesini ölçmeye yarayan bir yöntem olduğunu söyleyen Derya Eren, “Her insan günde 3000 ORAC birimi vitamin ve mineral almalı. Araştırmacılar ise 5000 ORAC biriminde daha fazla korumanın gerçekleştiğini bildiriyor. Amerika’da Boston Tuft Üniversitesi’nde yapılan çalışmalarda, yüksek ORAC değeri olan sebze ve meyvelerin tüketimiyle vücut ve beyinde yaşlanma sürecinin yavaşladığı öne sürülmüş ve bu besinlerin ORAC tablosunu hazırlamışlardır” dedi.  Derya Eren, bu tabloya göre ise ORAC değerinde yüksek olan besinleri şöyle sıraladı:

Meyveler: 

Yaban mersini 9621 

Böğürtlen 5905

Nar 4479

Çilek 4302 

Meyve suyu: 1002

Kiraz 3747

İncir 3383

Portakal 2103

Avokado 1922

Şeftali 1922

Limon 1346

Mango 1300

Kivi 1210

Kayısı 1110

Muz 795

Kavun 253

Karpuz 142

Sebzeler:

Zencefil (taze) 14840

Enginar 6552

Sarımsak 5708

Kişniş (taze) 5141

Kara lahana 2496

Kuşkonmaz 2252

Roka 1904

Pancar 1776

Turp 1750

Ispanak 1531

Brokoli 1510

Maydonoz 1301

Patlıcan 932

Çiğ soğan 913

Karnabahar 870

Kereviz 552

Beyaz Lahana 529

Çikolatalar:

Kakao (kuru) 55653

Bitter çikolata 20816

Sütlü çikolata 7519

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Spor Yaparken Kalbinizi Yormamak İçin 8 Önemli Kural!

Sağlıklı beslenmenin yanı sıra spor yapmak kalp damar hastalıklardan korunmanın en temel adımını oluşturuyor. Sporun kalp ve damar hastalıklarına yakalanma riskini anlamlı derecede azalttığı ve sağ kalımı arttırdığı birçok uzun dönem çalışmayla kanıtlandı. Bu nedenle uzmanlar her fırsatta sporun önemine dikkat çekiyorlar! Dolayısıyla kalp sağlığını korumak isteyen kişilerin yanı sıra mevcut bir kalp hastalığı olan kişilerin de egzersiz planı oluşturmaları ve bunu bir yaşam tarzı haline getirmeleri yaşamsal öneme sahip oluyor. Çok sayıda kas gruplarını eşzamanlı çalıştıran; tempolu yürüyüş, yüzme, bisiklete binme, hafif tempolu koşma gibi izotonik ve oksijen tüketilerek yapılan aerobik egzersizler, kalp kası ve damarlarına olumlu etki sağlayan spor türlerini oluşturuyor. 

Acıbadem International Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Umut Karabulut, ancak başta kalp sağlığı olmak üzere vücudumuzun tüm organlarını etkileyen sporun bilinçsizce yapıldığı takdirde yarar yerine zarar verebildiğine dikkat çekerek, “Ağırlık kaldırma, vücuda yük bindirme amaçlı yapılan şınav, halter ve barfiks gibi egzersizler ile kasların gerginleştirilmesini içeren izometrik egzersizler kalp sağlığını olumsuz yönde etkileyebiliyor. Benzer şekilde rekabet sporları olan futbol, basketbol ve tenis gibi sporlar da uzun süreli ve yüksek yoğunlukta yapıldığında riskli olabiliyor. Zira sportif faaliyetler sırasında artan adrenalin düzeyi; ritim düzensizliği, kan basıncı ve nabızda aşırı artma gibi sorunlara yol açabiliyor. Bu tablolara bağlı olarak, ani kalp sorunları, hatta ölümler gelişebiliyor. Bu nedenle hareketsiz yaşantısı olup spora yeni başlamak isteyen veya rekabet sporlarına katılmak isteyen kişilerin mutlaka kardiyak değerlendirmeden geçmeleri gerekiyor” diyor. Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Umut Karabulut, spor yaparken kalbinizi yormamak için dikkat etmemiz gereken kuralları anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu! 

Spor yaparken mutlaka su için 

Spor yaparken kaybedilen su ve mineral, tansiyonda ani düşmeye ve bunun sonucunda bayılmaya yol açabiliyor. Bu nedenle egzersiz arasında veya sonrasında yeterince su, ihtiyaç halinde mineraller içeren içecekleri mutlaka tüketin. 

Her gün 10 bin adım önemli

Yapılan çalışmalara göre; günlük düzenli olarak atılan 10 bin adım kalp sağlığı için çok önemli. Öyle ki 10 bin adımlık tempolu yürüyüş kan damarının sertleşmesini önleyebiliyor, kan damar basıncını ve kolesterol seviyesini düşürebiliyor. Çalışmalar, yürüyüşün bu önemli etkileri sayesinde kalp krizi riskini yüzde 20 oranında azalttığını ortaya koyuyor. Ancak etkili olabilmesi için yürüyüşü her gün düzenli, en azından günaşırı yapmaya özen gösterin. Günde 4-5 km, yani 10 bin adımlık mesafe ortalama 45-50 dakika sürüyor. 

Nabzınızı kontrol edin

Spor yaparken nabzın kontrol altında olması da önem taşıyor. Zira nabız hedeflenen hızın üzerine çıkarsa baş dönmesi, denge bozukluğu ile bayılma gibi sorunlar gelişebiliyor. Kalp hızınız: 220’den yaşınızı çıkardığınızda kalan sayının yüzde 50 – 70’i arasında olmalı.

Bu şikayetlerde spora devam etmeyin 

Spor yaparken vücudunuzu dinlemeyi asla ihmal etmeyin. Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Umut Karabulut, “Eğer spor sırasında göğüste sıkıntı, normalin dışında nefes darlığı, çarpıntı veya baş dönmesi gibi şikâyetler gelişirse, egzersizlere asla devam etmeyin. Özellikle göğüs ağrısı kalp krizinin en önemli belirtisi olduğu için zaman kaybetmeden hekime başvurmanız yaşamsal öneme sahip olabiliyor” uyarısında bulunuyor. 

Sabahın erken saatleri sakıncalı

Sabahları erken uyanıyorsanız, ilk üç saat içerisinde spor yapmaktan kaçının. Bu saatlerde adrenalin hormonunun en yüksek seviyede olması damarlarda kasılmaya yol açıyor, bunun sonucunda kan basıncı yükseliyor ve kalp ritmi hızlanıyor. Bunların yanı sıra sabah erken saatlerde, vücudumuzdaki fibrinolitik sistem olarak adlandırılan ve pıhtıyı parçalayan sistem en düşük seviyede olduğu için damarlarda pıhtı oluşma riski yükseliyor. Tüm bunlar nedeniyle sabahları erken saatlerde yapılan spor kalp krizi riskini tetikleyebiliyor.  

Yemekten kısa süre sonra başlamayın

Spora yemekten kısa süre sonra başlanması kan dolaşımını bozarak göğüs ağrısını, çok daha önemlisi kalp krizini tetikleyebiliyor. Bu nedenle kalp hastasıysanız sporunuzu yemekten 2-3 saat sonra yapmaya özen gösterin. 

Soğuk – sıcak suda duş almayın

Spordan sonra dikkat etmeniz gereken kurallardan biri de, aşırı sıcak ya da soğuk duştan veya saunalardan kaçınmak olmalı. Zira sıcak ve soğuk su damarlarda kasılmaya neden olarak kalp krizini tetikleyebiliyor. Spor sonrasında ılık suyla yapacağınız duş, kaslarınızın rahatlamasına katkı sağlayacaktır. 

Aşırı sıcak ve soğuk havalarda spor yapmayın

Sıcak havalarda, özellikle aşırı efor sarf edilen spor türlerinde, aşırı terlemeye bağlı olarak damarlardaki kan miktarı azalabiliyor, bunun sonucunda kan basıncı düşebiliyor. Spor soğuk havalarda da yine kan basıncını bozarak göğüs ağrısı veya kalp krizini tetikleyebiliyor. Dolayısıyla aşırı sıcak veya soğuk havalarda spor yapmayın ya da kapalı mekanları tercih edin. 

——Kutu bilgisi—

Spor nasıl etki gösteriyor?

Spor sırasında kan dolaşımı arttığında, buna bağlı olarak koroner damarların dolaşımı ve kalp kasının kasılma ile gevşeme düzeni de artıyor. Kalp daha az çalışarak daha fazla fonksiyon görmeye adapte olmaya başlıyor. Bu nedenle sporcuların kalp hızları daha yavaş oluyor. Metabolik olarak ise kan basıncı kontrollü bir şekilde azalıyor, yüksek enerji yakılması nedeniyle insülin direnci ile kan şekeri düzeyi azalıyor. Bunların yanı sıra kötü kolesterol seviyesi azalırken iyi kolesterol seviyesi ise artıyor. Uzun dönemde kilo ideal seviyelere yaklaşıyor. Tüm bu olumlu etkiler sonucunda ateroskleroz denilen damar içi plak oluşumu önleniyor. Bu sayede kalp krizi, inme ve bacak damar tıkanıklığı gibi hastalıkların oluşma riski azalıyor. 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı