Etiket: Sağlık

Prof. Dr. Umut Barbaros: Kanserde Umut Işığı, Sıcak Kemoterapi

Dünya Sağlık Örgütü’nün 2018 yılı verilerine göre yılda küresel bazda 18 milyonun üzerinde yeni kanser vakası saptanırken, hastalığa bağlı ölüm oranı ise 10 milyonun üzerinde gerçekleşiyor. Dünya genelinde her 5 erkekten birinde ve her altı kadından birinde hayatları boyunca kanser gelişmesi beklenirken her sekiz erkekten birinin, ve her 11 kadından birinin ise kanser nedeniyle hayatını kaybedeceği öngörülüyor. Kanserde erken tanı ve tedavi yöntemlerinin önemine değinen İstanbul Cerrahi Derneği Başkanı Prof. Dr. Umut Barbaros, kanserde en etkili yöntem olan sıcak kemoterapi hakkında detaylı bilgiler verdi.

Çağın vebası haline gelen kanser, dünyada sebebi bilinen ölümler arasında kalp ve damar hastalıklarından sonra ikinci sırada yerini alıyor. Manevi olarak büyük kayıplara yol açan kanser, aynı zamanda yüksek tedavi maliyetleri ile ülkelerin ekonomisine ve iş gücünde önemli zararlara neden oluyor.Teknoloji ve tıbbın ilerlemesiyle kanserle mücadelede daha etkili sonuçlar almayı mümkün hale getiren sıcak kemoterapi, birçok hasta için umut ışığı oluyor.

Sıcak kemoterapi için önemli bilgiler aktaran İstanbul Cerrahi Derneği Başkanı Prof. Dr. Umut Barbaros, “ Kanser denilince aklımıza hep bilindik yöntemler geliyor. Ancak karın içine yayılmış kanser, farklı bir olgu. Karın içine yayılmış kanserler bundan 30 yıl önce tedavisi mümkün olmayan hastalıklar olarak biliniyordu. Yaklaşık 20 yıldır karın içine yayılmış cerrahi tedavilerle beraber, sıcak kemoterapiden bahsediyoruz. Burada temel felsefe karın içindeki organlardan; kalın bağırsak, karın zarı, bağırsak, yumurtalık, mide, pankreas gibi organlardan tümörün organ dışına çıkarılması işleminden bahsediliyor. Esas amacımız tümörün hepsini cerrahi bir işlemle temizlemek. Karın içine 42 derece ısıyla beraber sıcak kemoterapiyi sanki bir sıcak diyaliz yapıyormuş gibi verebilmek. Temel felsefe ana damar yollarıyla kemoterapinin ulaşamadığı damar odaklarına veya gözle görülemeyen hücrelere direkt temasla bu kemoterapiyi ulaştırmak” açıklamasında bulundu.

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Sıtma Hastalığı Hala Görülüyot Mu?

Dr. Öğr. Üyesi Servet Öztürk, “Sıtma hastalığı Plasmodium adlı parazitin sivrisinek sokmasıyla insana bulaşan ve nöbetler halinde gelen ateş yüksekliği ve titreme ile karakterize bir hastalıktır. Ülkemizde özellikle 19. Yüzyıl son çeyreği ve 20. Yüzyılın ilk döneminde sıtma vakaları çok fazla idi. Osmanlının İmparatorluğunun son döneminde Çeltik ekiminin sınırlandırılması ve sıtma tedavisinde kullanılan kinin tedavisinin yaygınlaştırılması yönünde çalışmalar yapılmasına karşın başarılı olunmamış ve birçok sorun gibi sıtma da Cumhuriyetimize miras kalmıştır. Sağlık Bakanlığı çatısı altında Sıtma Savaş Dairesi Başkanlığı ve Sıtma Savaş Dispanserleri kurulmuş sıtma ile çok etkin bir mücadele verilmiştir. Bataklıkların kurutulması, kanalların açılması ve arazi çalışmalarının yanında eskiden kullanılan kinin günümüzde kullanılan yeni parazit tedavilerinin dispanserler ile hastalara ulaştırılması sayesinde günümüzde sıtma günlük hayatta ülkemiz kaynaklı vakalar görülmemektedir. Hastalık sayısının azalmasında bir diğer faktörde riskli bölgelere seyahat eden kişilerin koruyucu parazit ilacı kullanıyor olmasıdır denilebilir. Ülkemizde tanı konulan sıtma vakalarının neredeyse tamamını yurt dışında hasta olan insanlar oluşturmaktadır” dedi.

 Ayrıca Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, “Bir Dünya Sağlık örgütü verilerine göre 2020 yılında dünyada 241 milyon kişi hastalığa yakalanmış iken 627000 kişi sıtmadan hayatını kaybetmiştir. Günümüzde birçok hastalık aşılar ve antibiyotik kullanımı sayesinde ölümcül olmaktan çıkmıştır. Ancak sıtma özellikle gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde önemini korumaktadır” diye vurguladı.

Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, “Hastalık semptomları nöbetler halinde olan ateş yüksekliği, titreme, baş ve yaygın kas ağrılarıdır ve maalesef sadece semptomlar sıtma için diğer hastalıklardan ayırt edici değildir. Tanı konmanın geciktiği durumlarda semptomlara kansızlık ve sarılık semptomları eklenebilir. Tanı konduktan sonra tedavisi ilaç tedavileri ile mümkündür. Tedavi edilmediği takdirde ölüme ve ya kalıcı hasara neden olabilen bir hastalıktır. Şu ana kadar toplumda kullanıma sunulmuş bir aşısı yoktur. Bu nedenle sıtmanın endemik(salgın halinde) olduğu bir bölgeye seyahat edecekler için seyahat öncesi ve seyahat süresince kullanılmak üzere koruyucu ilaç tedavileri kullanılmalıdır” diye söyledi.

Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, “Sıtmanın bulunduğu bölgelere gidildiğinde sivrisinek kovucu losyonların kullanılması, pantolon ve uzun kollu kıyafetler giyilmesi, gece uyurken cibinlik gibi file önlemlerin alınması, klima ve vantilatör gibi hava akımı sağlayan cihazların bulunduğu odalarda uyunması gibi kişisel korunma önlemleri alınmalıdır. Yurtdışına seyahat etmek isteyen insanların, Sağlık Bakanlığının sitesinden gidecekleri ülkenin sıtma ve diğer bulaşıcı hastalıkların risk durumları ve yapılması gerekenler hakkında bilgi sahibi olabilirler. Son bir ay içerisinde sıtmanın endemik olduğu bölgeye giden kimselerde ateş yüksekliği, titreme olması halinde Enfeksiyon Hastalıkları uzmanının olduğu bir merkeze başvurmaları gerekmektedir” diye konuştu.

Sıtma hastalığında aşağıdaki semptomlar görülmektedir:

Ateş yüksekliği-Titreme

Baş ağrısı

Yaygın vücut ağrısı (Kas-eklem-Kemik ağrıları)

Halsizlik, Kırgınlık, İştahsızlık

Gözlerde, ciltte, idrar renginde sararma

Akdeniz diyeti ile beslenin, sigara ve alkolden uzak durun, aktif olun, erişkin yaş aşılamaları için doktorunuza başvurmayı unutmayın..

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Yetişkinlerde Aşı Takvimi Hayat Kurtarıyor

Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre aşılama ile her yıl 3 milyon kişinin hayatı kurtuluyor. Toplumdaki aşılama oranının artması hem hastalığın daha hafif geçmesini hem de hızlıca bulaşmasının önüne geçiyor. Koronavirüs sürecinde aşılama nedeniyle yaklaşık 10 milyondan fazla insanın hayatını kaybetmesinin önlendiği tahmin ediliyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Funda Timurkaynak, 24-30 Nisan Aşı Haftası’nda yetişkin aşılama takvimi ile ilgili bilgi verdi. 

Aşılar modern dünyanın en önemli icatlarının başında gelmektedir. Yılda 3 milyondan fazla kişinin hayatının kurtulmasını sağlayan aşılar, geçtiğimiz yıllarda belli hastalıklarda başarılar elde edilmesine neden oldu. Çiçek veya kızamık hastalığının dünya üzerinden kalkmış olmasının tek nedeni aşılardır. 

Kanseri önleyen aşı Hepatit B

Aşılar bir yandan hastalıklardan korurken, bir yandan da kanser gibi hastalıklara bağlı gelişen olumsuz etkileri önlemektedir. Özellikle Hepatit B aşısı, kanser önleyen aşı olarak bilinmektedir. Doğumdan sonra ilk 24 saat içinde ilk dozu yapılan Hepatit B aşısı, karaciğer kanserini engelleyen bir aşı olarak bilinmektedir. Ülkemizde 10 yıldır yeni doğan bebeklere Hepatit B aşılaması yapılmaktadır. 

Ek hastalıkları olanlar aşılama takvimine önem vermeli

Sağlıklı yetişkinlerin aşılama takvimini düzenlemesi önemlidir. Bununla birlikte hastalığı bulunan yetişkinlerin özellikle aşılama takvimine dikkat etmesi gerekmektedir. Diyabet hastaları, kronik bronşiti olan hastalar, astımı olan hastalar, kalp hastaları yani bypass geçirmiş ya da koroner arter hastalığı olanlar, kanser hastaları, kemik iliği nakli olan hastalar veya organ nakli hastalarının kendi durumlarına özel aşılar olması gerekmektedir. Bu ek hastalıkları bulunanlar hastalıklara ya da hastalıkların etkilerine açık hale gelebilmektedir. Sağlıklı bireylerin kolayca atlatabileceği hastalıkları aşı olunmadığı takdirde ölüme kadar giden olumsuz sonuçlarla karşılaşılabilmektedir. 

Hastaneye yatışlar aşılarla önlenebilir 

Hastalıklar nedeniyle immün yani bağışıklık sistemi baskılanmış olan hastaların her yıl mutlaka grip aşısı olması gerekmektedir. Grip aşısı olanların hastaneye yatışlarının %70 oranında azaldığı belirlenmiştir. Bağışıklık sistemi baskılanan hastaların grip olmasıyla birlikte kalp yetmezliği olanlarda durum kötüleşebilir, bronşit tablosu ağırlaşabilir veya astım atağıyla birlikte solunum sıkıntıları gelişebilir. Hem hastalıkların ağırlaşmaması hem de hastaneye yatışların önlenmesi, hastaların ölüm oranını da azaltmaktadır. Ekim ayının sonunda yeni çıkan grip aşıları yani yıla göre antijeni değişen aşının yaptırılması gerekmektedir. Toplumdaki grip salgınının da önüne geçilebilmektedir. 

İmmün sistemi baskılanan, şeker yani diyabet hastalığı olanlar, risk grubundaki hastalar veya ameliyatla dalağı alınmış ya da çalışmayan kişilerin pnömokok yani zatürre aşısı olması önerilmektedir. Dalak mikropları süzen ilk noktadır. Bu nedenle dalağı olmayan veya çalışmayan hastalarda mikroplar filtreden geçirilmeden direkt kana geçmektedir. Pnömokok yani zatürre aşısı özellikle bu hastalara önerilmektedir. 

Tetanos aşısı da her 10 yılda bir tüm sağlıklı bireylerin aşılanması gereken bir diğer aşıdır. Yıllar geçtikçe tetanos aşı etkinliğini yitirmektedir. Köpek ısırığı, toz ve toprak ile kontamine olmuş yaralanmalar gibi durumlar söz konusu olduğunda vücutta tetanos gelişebilmektedir. Bu hastalık ölümcül sonuçlar doğurabilmektedir. Bu nedenle her yetişkinin grip aşısı olduğu gibi tetanos aşısı olması gerekmektedir. 

Çocukluk yaş gruplarında yapılan meningokok aşısı, menenjit yani beyin zarı iltihabının ölümcül sonuçlarını ortadan kaldırmaktadır. Eğer çocukluk çağında meningokok aşısı yapılmadıysa, Hac ibadetini gerçekleştirmeye giderken, yurtlarda kalınacağı zaman veya kışlada vakit geçirileceği zamanlarda meningogok aşısının olunması gerekmektedir. Meningokok bakterisi solunum yolundan taşınmaktadır. Kişiler hasta görünmese de solunum yolunda taşıdıkları bu bakteri nedeniyle yurt veya kışla gibi kalabalık ortamlarda kolaylıkla salgınlara neden olabilmektedir. Hastalık iyi tedavi edilmezse menenjit yani beyin zarı iltihabı ile ölümcül sonuçlar doğurabilmektedir. 

65 yaş üzeri için zona aşısı önemli

Suçiçeği virüsünün dozu artırılarak hazırlanan zona aşısı, 65 yaş üzerindeki yetişkinlere önerilmektedir. Herhangi bir sağlık problemi bulunmasa da zona hastalığı ileri yaşlarda sorunlara yol açabilmektedir. Çocukluk çağında suçiçeği geçirilmiş olunsa bile, zona virüsü hücrelerin sinir uçlarında yer etmektedir. Aktive olduğu zaman çok ağrılı ve özellikle yaşlı hastalarda ağrının kontrol altına alınmasının güçleştiği zona hastalığı ortaya çıkabilmektedir. 

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Bağırsaklarımız ne kadar mutluysa biz de o kadar mutluyuz

Bağırsakları ikinci beyin olarak nitelendiren uzmanlar serotonin hormonunun yüzde 95 oranında bağırsaklarda, yüzde 5 oranında ise beyinde sentezlendiğini belirtiyor. Duygusal iletişim ve duygusal durumumuzun bağırsak floramızla bağlantılı olduğunu aktaran Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Aytaç Atamer, “Floramız ne kadar iyiyse yani bağırsaklarımız ne kadar mutlu ve huzurluysa biz de o kadar mutlu ve huzurluyuz.” dedi. Atamer, bağırsak florası sağlığının nöropsikiyatrik hastalıklarla da bağlantılı olduğuna değinti ve çok yönlü beslenmenin önemine dikkat çekti.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Aytaç Atamer bağırsak florasının genel sağlık üzerindeki etkisini değerlendirdi ve korunması için önerilerde bulundu.

Bağırsaklar hücre sayısından on kat fazla mikroorganizmaya sahip

Bağırsaklarda yer alan mikroorganizmalara bağırsak florası ya da diğer adıyla mikrobiyotası dendiğini belirten Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Aytaç Atamer, “Bağırsaklarda yüz trilyon kadar mikroorganizma bulunur. Bu sayı insan hücre sayısından on kat daha fazla. Bağırsak florasının yaklaşık yüzde 98’i bakterilerden oluşur. Burada yaklaşık beş yüz ile bin kadar bakteri türünün varlığından bahsedebiliriz. Bağırsaktaki bulunan bakterilerin yüzde 98’i faydalı olup yediğimiz besinlerdeki proteinlerin, karbonhidratların ve yağların kendilerini oluşturan yapı taşlarına dönüşümünde önemli bir rol oynar” şeklinde konuştu.

Antibiyotikler bağırsak florasını bozabiliyor

Bağırsak florasının öncelikle kullanılan antibiyotiklere bağlı olarak bozulabildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Aytaç Atamer, “Bunun dışında geçirilen bağırsak enfeksiyonları, seyahat gibi değişen durumlar, gıda hassasiyeti, çölyak hastalığı, diyabet gibi kronik durumlar ve otoimmün gibi bazı hastalıklara ve nöropsikiyatrik hastalıklara bağlı olarak da flora bozulabilir. Floradaki yararlı ve zararlı bakterilerin oranının değişmesi ve bağırsaktaki bulunan mikroorganizmaların çeşitliliğinin azalması nedeniyle flora bozulur.” dedi.

Floranın bozulmasıyla enfeksiyon hastalıkları artabilir

“Bağırsak florası bozukluğu sonucunda organizmamızın ilk savunma mekanizması olan bağırsakların bozulması nedeniyle özellikle enfeksiyonlara karşı direnç azalır ve enfeksiyon hastalıkları sık görülür.” diyen Atamer, alerjik durumların da artabileceğine değindi. Atamer, “Özellikle yenidoğan döneminde anne sütü ile beslenen çocuklarda daha iyi ve güçlü bir immün sistem oluştuğu için alerjik reaksiyonlar ve enfeksiyonlar daha az görülür. Bu durum da floranın önemini ortaya çıkarmaktadır. Bunun dışında otoimmün hastalıklar ve nöropsikiyatrik hastalıklar gibi çok sayıda hastalıkların oluşmasına bağırsak florası bozuklukları yol açar.” ifadelerini kullandı.

Psikolojik faktörler dolaylı olarak florayı bozabilir

Psikolojik faktörlerin doğrudan bağırsak florasını etkilemediğine vurgu yapan Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Aytaç Atamer, fazla yemek yeme, aşırı obezite gibi psikolojik faktörlere bağlı durumların dolaylı olarak florada dengesizliğe yol açabileceğini belirtti.

Aşırı kusmayla seyreden hastalıklar gibi durumlarda da floranın değişebildiğini aktaran Atamer, “Bazı kişiler depresif duruma düşünce çok fazla miktarda yemek yer ya da karbonhidrat, tatlı tüketir ve bu gibi durumlarda da flora bozulabilir. Kendini şişman olarak gören ve zanneden kişiler, kendini kusturmak suretiyle bulimia dediğimiz hastalığın ortaya çıkmasına neden olur ve bu gibi hastalıklar da floranın bozulmasına sebebiyet verir.” dedi.

Bağırsak sağlığı için probiyotik içeren yiyecekler tüketilmeli

Bağırsak sağlığı için özellikle karbonhidrat seçimi yaparken kompleks karbonhidratların tercih edilmesi gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Aytaç Atamer, “Karbonhidrat içeren besinlerden çok lif içeriği çok olan gıdalar tüketilmeli. Şekeri mümkün olduğunca hayatımızdan çıkarmak, bol miktarda sebze ve meyve tüketmek gerekiyor. Çünkü sebze ve meyvelerin içinde prebiyotik dediğimiz, bakterilerin çoğalması için gerekli olan lif bulunmaktadır.” dedi.

Lif içeriği yüksek besinlerin yeteri kadar tüketilmemesi halinde flora dengesizliği ortaya çıkacağını belirten Atamer, “Probiyotik içeren gıdalar özellikle ev yapımı yoğurt, peynir, kefir, lahana turşusu, salatalık turşusu ve ayran gibi gıdalar yani geleneksel yiyeceklerimizi tüketmemizde fayda var. Bu nedenle daha az karbonhidrat içeren lifli gıdalar bol sebze ve meyve tüketilmesi gerekmektedir. Bunun dışında hekim kontrolünde probiyotik alınması da mümkündür. Onlarda florayı düzeltmektedir.” önerisinde bulundu.

Bağırsak florası zayıfsa bağışıklık da zayıf olur

Bağırsak sağlığının vücudun genel sağlığı açısından son derece önemli olduğunun altını çizen Prof. Dr. Aytaç Atamer, “Bağırsak florası zayıf olan kişilerde immün sistem de zayıf olduğu için romatoid artrit, lupus gibi çok sayıda otoimmün hastalıkların gelişmesine neden oluyor. Florası güçlü olan kişiler enfeksiyonlara karşı daha dirençli oldukları için, enfeksiyonların oluşması önlenir.” dedi.

“Bağırsaklarımız ne kadar mutluysa biz de o kadar mutluyuz”

Bağırsak florası sağlığının nöropsikiyatrik hastalıklarla da bağlantılı olduğunu belirten Atamer, “Depresyon, anksiyete, psikoz gibi durumlarda da floranın bozuk olduğu görülmektedir. Florası güçlü olan kişilerde bunlar daha az görülür. Çünkü bağırsaklarla beyin arasında iki yönlü bir iletişim söz konusu.” dedi.

Bağırsakları ikinci beyin olarak nitelendirdiklerini aktaran Atamer, “Mutluluk hormonu olarak bilinen serotonin hormonu yüzde 95 oranında bağırsaklarda, yüzde 5 oranında ise beyinde sentezlenmektedir. Bu nedenle duygusal iletişim ve duygusal durumumuz bağırsak floramızla bağlantılıdır. Floramız ne kadar iyiyse yani bağırsaklarımız ne kadar mutlu ve huzurluysa biz de o kadar mutlu ve huzurluyuz. Mutlu ve huzurlu olma konusunda bağırsak son derece önemli. Bu nedenle bağırsak florası bozulmadan önce doktora gitmek gerekir.” şeklinde konuştu.

Çok yönlü beslenme tercih edilmeli

Depresyon, anksiyete, şizofreni, otizm gibi hastalıklarda bağırsak mikrobiyotasının da bozulmuş olduğunu dile getiren Prof. Dr. Aytaç Atamer, bütün bu hastalıkların nedeni olarak bağırsak florasını suçlamanın mümkün olmadığını söyledi ve sözlerini şöyle tamamladı:

“Bu konuda son derece önemli çalışmalar yapılmakta ve bu hastalıklara bağlı olarak da floranın bozulmuş olduğu görülmektedir. Bu nedenle bu hastalıklardan korunmak, gelişmesini önlemek ve direnç kazanmak için tek yönlü beslenme yerine çok yönlü beslenmemiz gerekir. Günümüz hayatın bizlere dayattığı tarz beslenme yani fast food gıdalardan, kola gibi asitli içeceklerden uzak durmak, sigara tüketimini azaltmak, hijyen koşullarına dikkat etmek gerekir.”

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Sağlık Kahramanları Kanser Ve Kalp Farkındalığı İçin Serbest Dalış Yaptı

Dünyada, yaşamı tehdit eden en önemli hastalıklar arasında ilk iki sırayı, kanser ve kalp rahatsızlıkları alıyor. Bu süreçle mücadelede yüksek morale sahip olmak hastaları yaşama bağlıyor. Hayatına aktif bir şekilde devam eden, sosyalleşen ve farklı aktivitelerle hastalığı değil, hayatı yaşayan kanser ve kalp savaşçıları, hem hastalık sürecinde hem de daha sonrasında sosyal yaşama daha kolay adapte olabiliyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Meme Sağlığı Merkezi’nden Prof. Dr. Fatih Aydoğan ve Memorial Şişli Hastanesi Kalp-Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez, hayatlarına dokundukları hastalarıyla birlikte 25 Nisan Salı günü Emaar Akvaryum’da sağlık farkındalığı için dalış yaptı. Hastalık süreçlerinde doktorlarıyla omuz omuza mücadele eden hastalar, su altında özel mesajlar içeren pankartları doktorları ile birlikte açtı. Bu tecrübeye, Dünya serbest dalış rekortmeni olan milli sporcu Şahika Ercümen de eşlik etti.

Kanser onların hayallerini erteleyemedi

İlk olarak Prof. Dr. Fatih Aydoğan ile hastası Bahar Karacan akvaryuma dalış yaptı ve su altında “Kanser Hayallerinizi Ertelemesin” yazılı pankartı açtı. 38 yaşındaki Karacan kanserin hayalleri erteleyemeyeceğinin en güzel örneklerinden birini oluşturuyor. Bahar Karacan geçtiğimiz sene meme kanserine yakalanmıştı. Prof. Dr. Fatih Aydoğan’ın ameliyat ettiği Karacan kısa sürede sağlığına kavuştu. Karacan ameliyat sonrası da aktif yaşamına devam ettiğini belirterek, “Aslında eşimle birlikte üstü üste hastalıklar yaşadık. 12 yıl önce hayatımı birleştirdiğim eşim evliliğimizin 2. ayında kansere yakalandı. Doktorlar çocuk sahibi olamayacağımızı söylemişti ama dünya tatlısı bir oğlumuz oldu. Ben de 2022 yılında meme kanseri ile tanıştım ancak hastalığın yaşamımı kısıtlamasına bir an bile izin vermedim. Çeşitli spor dalları ile uğraşıyorum. Şimdi de kanser hastalarına umut olabilmek adına bir dalış gerçekleştirdik. Hayallerinizden ne olursa olsun vazgeçmeyin” dedi. 

“Sanatın ve sporun iyileştirici gücünden faydalanılmalı”

Meme kanseri konusunda farkındalık oluşturmak adına çok sayıda sosyal sorumluluk projesine katılmış olan Prof. Dr. Fatih Aydoğan, kanser hastalarında sadece tedavinin değil, hobilerin de yaşama tutunmak ve hastalığı yenmek için büyük önem taşıdığını belirterek “Hastalarımıza sanatın ve sporun iyileştirici gücünden faydalanmaları gerektiğini aktarıyoruz. Meme kanserinde tedavi sadece tümörü çıkarılması veya ilaç uygulamalarından oluşmuyor. Hastaların fiziksel iyiliklerinin yanında ruhsal ve sosyal yönden iyilik halini de sağlamak önem taşıyor. Bunun için hastaların severek sürdürecekleri hobiler seçmeleri ve kendilerini psikolojik olarak iyi hissedecekleri aktivitelere yönelmeleri tedavinin olmazsa olmazı. Ayrıca kanserle savaş sonrası birçok spor rahatlıkla yapılabilir. Bu aktiviteler hastaların tam iyileşme sürecine önemli katkıda bulunacaktır” dedi.

Hastalar ve sağlık kahramanlarıyla dalış yapan milli sporcu Şahika Ercümen, duygularını şu sözlerle anlattı; “Amacımız bugün bir farkındalık oluşturmaktı. Çünkü kanser süreci zor bir süreç ve motivasyon çok çabuk düşebiliyor. Su ve spor da bunun en iyi destekçilerinden birisi. Kanser, doğru tedavi ile kazanabilecek bir savaş. Savaşın sonrasında hayallerinden peşinden gitmeye devam edebiliyor tüm hastalar. Ben de bir astım hastasıyım ve evde oturup hastalığımla bir şekilde demoralize olabilirdim ancak sporu tercih ettim. Hayallerin peşinden gitmek çok önemli. Hastalığın beni yenmesine izin vermedim. Buradaki hastalar da bugün hastalıklarıyla savaşı bir kez daha kazandı” 

Prof. Dr. Bingür Sönmez bypass olan hastası ile dalış yaptı

Ülkemizde en yaygın hastalıklardan biri olan kalp problemleri de hastaları endişelendiren rahatsızlıklar arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Kalp problemi olan hastalar özellikle ameliyat sonrası eski yaşamlarına devam edemeyecekleri, artık yarım insan oldukları gibi yanlış düşüncelere kapılabilmektedir. Ancak daha önce hastaları ile Ağrı Dağı’na tırmanan Prof. Dr. Bingür Sönmez şimdi de su altına dalarak bu inanışın doğru olmadığı mesajını somut bir şekilde verdiklerini dile getirdi. Prof. Dr. Bingür Sönmez “Su altında Kalp Hastaları Zirvede de Olabilir, Suların Derinliklerinde de” yazılı pankartı 10 yıl önce bypass olan ve 3 damarı değişen 77 yaşındaki diş hekimi hastası Nezih Saruhanoğlu ile birlikte açtı. Dalış sporcusu olan ve 28 yıl boyunca Türk Balıkadamlar Spor Kulübü Başkanlığını yapan Saruhanoğlu ameliyat olduktan sonra da dalmaya devam etti. Her yıl düzenli olarak kalp kontrollerini yaptıran Nezih Saruhanoğlu’nun sağlık kontrolleri dalış öncesinde Prof. Dr. Bingür Sönmez yönetiminde yapıldı. Nezih Saruhanoğlu, bypass ameliyatının dalış yapmasına engel olmadığını, yıllardır bu sporu severek yaptığını belirtti. 

“Bypass sonrası dalış yapıp dağa tırmanabilirsiniz” 

Sporun kalp sağlığı için çok önemli olduğunu her fırsatta belirten ve kendisi de sporcu olan Prof. Dr. Bingür Sönmez konu ile ilgili şunları kaydetti: “Kalp ameliyatı sonrası bazı hastalar depresif bir döneme girebiliyor. Travma sonrası sendrom olarak da adlandırılan bu süreç 1 ile 3 ay arasında devam edebiliyor. Bypass ameliyatı sonrası 1 ay dinlendikten sonra kişi günlük yaşantısına dönebiliyor. 3 ay sonra da egzersiz ve spor yapabiliyor. Kaygı ve stres seviyesini daha iyi yönetebilen ve aile bağları sağlam olan insanlar ise genellikle bu dönemi daha çabuk atlatabiliyor. Yoga, egzersiz, spor, çeşitli sanatsal terapiler de kalp ameliyatı olmuş kişilerin günlük yaşamlarına adapte olmalarını sağlamak açısından büyük önem taşıyor. Ameliyatından 3 ay sonra kişi 3500 rakımlı bir dağa tırmanıp, 20 metreye kadar su altına dalış yapılabiliyor. Bu organizasyon da kalp hastalarının tam olarak iyileşebilmesi için hayata katılmalarının, aktif kalmalarının gerekliliğine işaret etmesi açısından çok önemli.   

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Sigara her yıl 5 milyon kişinin ölümüne sebep oluyor

Sigara dünyada yılda yaklaşık 5 milyon kişinin ölümüne sebep oluyor. İçerisinde 7000’den fazla kimyasal madde barındıran sigaranın DNA hasarı oluşturarak hücresel fonksiyonlar üzerinde zararlı etkileri olduğunu belirten Anadolu Sağlık Merkezi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Tayfun Çalışkan, “Akciğer kanserinin bilinen en sık nedeni sigara kullanımıdır. Tüm akciğer kanserlerinin, yüzde 80-90’ı sigaraya bağlıdır ve sigara bırakılmasıyla önlenebilir. 2022 yılı kanser istatistiklerine göre Amerika Birleşik Devletleri’nde prostat ve meme kanserinden sonra en sık akciğer kanseri gelir. Sigara içenlerde 80 yaşına kadar akciğer kanseri görülme riski yüzde 14’tür” açıklamasında bulundu.

 

Sigara ile ilişkisi en çok bilinen hastalığın akciğer kanseri olduğunu hatırlatan Anadolu Sağlık Merkezi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Tayfun Çalışkan, “Bunun dışında, hamilelikte sigara kullanımı ve erken çocukluk döneminde sigara maruziyeti, çocukların akciğer gelişimini bozar ve astım gelişme riskini artırır. Sigara içen astım hastalarında, içmeyenlere göre, kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) gelişme riski daha yüksektir” dedi. 

KOAH’ın sigara ile ilişkili en sık görülen ve öksürük, balgam çıkarma ve nefes darlığı ile seyreden, kronik, ilerleyici ve önlenebilir bir hastalık olduğunun altını çizen Doç. Dr. Tayfun Çalışkan, “KOAH’ın ilerlemesini ve buna bağlı ölümleri azaltmada en etkili yöntem, sigaranın bırakılmasıdır. Sigara, akciğerin süngerimsi yapısını bozarak normal işleyişini bozan bir dizi hastalığa da sebebiyet verebiliyor. Bunlardan sigara ile güçlü ilişkisi olanlar respiratuar bronşiyolit, deskuamatif intersitisyel pnömoni ve langerhans hücreli histiyositosistir” diye konuştu.

 

Sigara içme süresi akciğer kanseri riskini etkiliyor

Sigara içme süresi ve yoğunluğunun da akciğer kanseri riskini etkilediğini vurgulayan Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Tayfun Çalışkan, “Günde 1-5 adet sigara içen kişilerde, hiç içmeyenlere göre, akciğer kanseri görülme riski 9 kat daha yüksek. Günde 1-5 adet sigara içen ve 40 yaşın altında sigarayı bırakan kişilerde, akciğer kanseri gelişme riski, hiç sigara içmeyenlerle benzerdir. Ancak, günde 6-15 adet içen kişiler, 40 yaşın altında sigarayı bıraksalar dahi, akciğer kanseri gelişme riski, hiç içmeyenlere göre 1.8 kat yüksek. Günde 1-5 adet sigara içen ve 40 yaşın üzerinde iken sigara bırakan kişilerde, akciğer kanseri riski hiç sigara içmeyenlere göre 3 kat yüksek” şeklinde konuştu.

 

Pasif içicilik de hastalık sebebi

Pasif sigara içiciliğinin ikincil maruziyette, direkt olarak başkasının içtiği sigara dumanına maruz kalınması olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Tayfun Çalışkan, “Üçüncül maruziyet ise, kapalı ortamda sigara içilmesine bağlı, kıyafet, mobilya, yatak, perde gibi yumuşak yüzeylerde nikotin, formaldehid ve naftalin gibi kimyasalların birikmesine ve buna maruz kalınmasına bağlı gerçekleşir. Akciğer kanserlerinin yanı sıra koroner arter hastalığı, inme, gebeleri etkileyerek düşük doğum ağırlığına da sebep olabiliyor. Sigara ayrıca, bebek ve çocuklarda, ani bebek ölüm sendromu, akciğer enfeksiyonları, kulak enfeksiyonu ve astım ataklarına sebebiyet verebilir” açıklamasında bulundu.

Sigara bırakma poliklinikleri sigarayı bırakmaya destek oluyor

Sigara bırakma polikliniklerinde tütün ürünleri kullanan ve bırakmak isteyen kişilere psikososyal destek sağlanarak, gerekli görülenlere ilaç tedavileri, nikotin replasman tedavileri uygulanarak sigaranın bırakılmasına yardımcı olunduğunun altını çizen Doç. Dr. Tayfun Çalışkan, “Sigara bırakma başarısı, 1 yıl süreyle sigara içilmemesi olarak tanımlanır. Kendi kendine bırakma stratejisinde başarı oranı yüzde 8-25 iken, sigara bırakma polikliniğine başvuran kişilerde başarı oranı yüzde 20-40 arasında saptanmıştır. Bu nedenle sigaranın bırakılması için destek alınması çok önemli” dedi.

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı