Nedense bu kelime çoktandır dilimde. Jean Jacques Rousseau’nun “ İtiraflar” eserinden mi yoksa Türkçe kelime ve terkipleri kullanma azmim ve isteğimden mi olacak, bir müddetten beri dilem pelesenk olan bu kelime… Sahi pelesenk nedir bilirimsiniz?
Pelesenk bir ağaçtır, bazı yörelerde ise otsu bir bitkiye denir. Her ikisinin de ortak özelli yapışkan bir reçinesinin olmasıdır. Buradaki yapışkan özelliği ‘dilimize yapıştı’ anlamında teşbih edilmiştir.
Mevzu aslında bu değil. Aslında o kadar çok mevzu var ki hangisinden başlayacağımı bilemiyorum. Bir kere ağaçlar.
Ağaçların kesilmesini bir türlü hazmedemiyorum. Kesilen her ağacın ızdırabı, dikilen her bir fidanın mutluluğundan daha çok hüzne sevk ediyor beni. Neden mi? Bir kere bir ağacın kendisini gösterebilmesi yaklaşık bir yirmi sene gerektiriyor. Her bir ağacı kestiğimiz de bir yirmi senemiz gidiyor. Çocuklarımızın geleceğinin bir yirmi senesini feda ediyoruz. Bir yirmi sene daha beklememiz gerekecek, bir yirmi senelik daha emeğin heba olması demek.
Aklıma gelmişken şunu da söyleyeyim; eli tutan gücü yeteni fırsatını bulan kapısının önüne rampa yaptırmış. En adarcık en kısa mahalle aralarından tutunda en dik rampa başlarına kadar maşallah bulabilirsiniz. Bunun ne bir mantığı var ne bir ölçüsü ne de bir ebadı. En dar ve dikinden en yüksek ve genişine kadar ebat ebat yollarda rampa… Üstelik bir rampa sokağın bir başına bir diğeri de diğer bir başına. Hepsi yirmi metrelik bir sokak(!) Umarım bir yetkili çıkar da bu keyfi şımarıklığa bir son verir. Yazıktır günahtır milletin araçlarına. Ne rot kaldı ne balans… Ha olması gereken yerlere konulsun buna kimsenin bir diyeceği yok. Ama bunun bir kuralı vardır. Hem bu rampaların standart ölçüleri ve şekilleri de var. Bu kurallara uyulsa daha güzel olmaz mı?
Mesela kültür varlıklarımız. Kırılıp giden çalınıp çırpılan, yok edilen kültür varlıklarımız. Ve bir de büyük bir kayıtsızlıkla restoroasyon adı altında yok edilen şah eserlerimiz.
Mesela bir minarenin, bir cami takının tamiri. Ya da bir şerefenin yok edilişi. Ya da bir kervan sarayın kubbesinin yıkılıp yeniden yapılması gibi… Hangi taş ocağından gelmiş hangi usulle yontulmuş ve harcı. Mesela horasan. Kireç, kil, keçi kılı ya da yumurta kabuğu mu kullanılmış. Ya da kitabesi…
Hani nerde bizde ki restorasyon anlayışı. Kolayımıza nasıl geliyorsa öyle… Neden bu kayıtsızlık niye bu umursamazlık.. Bari hiç değilse ellemeyin, bir gün izan sahibi birileri gelir yapar. Hiç değilse aslı bozulmaz. Lütfen rica ediyorum, artık ellemeyin dokunmayın. Zaten bir şeyimiz kalmadı. Kalanlar kalsın yerinde. Orijinal haliyle.
Bir de insanlarda kalmayan edep terbiye yoksunluğu. Büyük küçük yoksunluğu. İnsanların birbirine tahammül edemeyişi… Ne oldu bize? Nereye gidiyoruz? Nedir bu edepsizliğin sebebi? Böyle miydik biz… Daha çok değil on beş yirmi sene evvelsine gitsek… Ne oldu bu insanlar. Hepsi öldüler mi? Sanmıyor. Bu mümkün değil.
Sizlere açık bir itiraf da bulunacağım. Bizim insanımız hırpanilik adına yeter ki küçük bir örnek görsün. Onu kendine rapt etmede üzerine yoktur. Hatta diğer milletlere bile taş çıkartır.
O kadar çok ki, öte yandan diyeceğimiz hırpanilikler. Biz artık bu hırpaniliklere bakmayacağız. Mesela bir kuşun ötüşüne bir çiçeğin yaprağına bir temiz havaya bir yeşile bakacağız. Öte yandan, güzel düşünüp güzel ümitlerimiz olmalı. Olmalı ki; artık yeter diyebilmemiz için gereken anlayış ve izan gelişebilsin.
Şimdilik bu kadar, Ötesini güzel yarınlara bırakacağız.