İrşadî Baba kendine gurur gelmemesi için devâmlı dizlerine deri bürünerek gezermiş. Bir gün Karadeniz ulemâsı Trabzon’dan gelerek İrşâdî Baba’yı görmek isterler. Hânesine teşrîf buyurdukları zaman, Baba’nın tarlada ekin biçtiklerini öğrenirler. Doğruca tarlaya giden ziyâretçiler, Baba’nın deriler giydiğini uzaktan gördüklerinde ” Bu nasıl Baba’dır ki deriler giyinmiş” diyerek onu ze’mmederler. Bu hâlleri İrşâdî Baba’ya vâkıf olur. Onlara aşağıdaki manzûmeyi söyler bunun üzerine ziyâretçiler Baba’dan özür dilerler:
Bu âbdal postudur sakın hor bakma
Cihânı terk eden deriyi bağlar
Kurb u ilâhiye vâsıl olanlar
Soyunur kemhayı, deriyi bağlar
Ârif kibr eylemez hâle varınca
Süleyman’a ne söyledi karınca
Bir Ali kahraman gence varınca
Kuşanır silahın deriyi bağlar
Lâ-mekân şehrinde var mıdır nâmın
Temcîd et dünyânı yele ver şânın
Sultan-ı Kevneyne inen Furkân’ın
Mücellâ üstüne deriyi bağlar
Neylerim dünyâda mülk ü irâdı
Hamd olsun terk ettim evlâd-ı yâri
Şükr olsun görmüşem rü’yet-i nûri
Ol nûru görenler deriyi bağlar
Açılsa bizlere varlık kapısı
Mücevher altından olsa yapısı
Almazam bir pula olsa tapusi
Maksûda erenler deriyi bağlar
Doğru derviş isez hani teberiz
Acep bu sözlerden var mı haberiz
Vücûtta üç yüz altmış altı damarız
Üzerine Hâlık deriyi bağlar
Ayağın depredip çıkarma saftan
Cihânı yarattı Nûn ile Kef’ten
Güneş baş gösterse kulle’i kaftan
Her san’atın pîri deriyi bağlar
Ânka bezirgânım alın bâc’ımdan
Ser verir sır vermem ölsem acımdan
Mihnet-i dünyânın kahr-ı ucundan
Bu sefîl İrşâdî deriyi bağlar
Bayburtlu İrşadi