Bundan on sene evvel deseler: “Bayburt da doğal gaz gelecek kimse inanmazdı” Zaman nelere gebe, Bu gün desek ki: “hızlı tren gelecek” biraz hayal diyeceğim ama doğal gazı gördükten sonra artık demeyeceğim.
Küçüle küçüle Türkiye’nin en küçük vilayeti unvanını da aldık. Aslında şehir büyüyor. Büyümesine büyüyor da; insanlar direr ikişer yok oluyor. Yüksekçe bir yerden kuşbakışı bakıldığında şehir bir yıldız şeklinde büyümüş. İyide insanlara ne oldu?
Kimi der ki: ”Ataerkil aile yapısı bozuldu, çekirdek aileyi tercih ediyor insanlar.” Kimileri der ki: “Şehrin merkezi boşaldı, insanlar eski mahallerini terk edip site mahallelerde yaşamaya başladılar.” Kimisi de der ki:” Yazlıkçıların birçok konutu var, yazın gelip kışın gidiyorlar.”
Hepsi de doğru olabilir. Olmasa şehir bu kadar büyümezdi. Bunun yanı sıra işsizlik büyük oranda artmış, gençlerimiz sokak ve kafeleri doldurmuş durumda.
Sanayi şehri olamadık. Bir tane müteşebbis hemşerimiz bizi tercih etmediler. Hiç biri kendi memleketine yatırım yapmayı düşünmedi. Yeri geldi mi havanda su dövmeye devam ederler(!) Bunun yanında tarımı ve hayvancılığı da terk ettik. Bizim ki pirinç almaya giderken evimizdeki bulgurdan da olduk misali. Hele de Dünya nüfusunu beslemede aciz kalırken, bizim, temel yiyecek ürünlerimizi terk etmemiz, baltayı kendi ayağımıza vurmamız gibi bir şey oldu. Şehrimizde satılan etin kilosuna bakınca, insanın utanası geliyor. Tabii ki bu durama gelmemizin birçok nedeni var. Bütün suçu köylüye yüklemek doğru olmaz. Devlete de yüklemek tamamen doğru olmaz. Köylü ve Devlet arasında ki koordineyi tam sağlayamadık gibime geliyor.
İki küçük işletmemiz vardı. Onlarda özelleştirme rüzgârına kapılıp uçup gittiler. İki işletmede en az kırk insan çalışıyordu. Kırk aile demek. Bu da yaklaşık iki yüz kişilik insanın karnı doyuyor demekti. Şükür Allah bundan da olduk. Geriye kala kala bir iki küçük özel işletmeden başka bir şey kalamadı. Onlarında pek iç açıcı durumları yok. En babayiğidi kendi yağıyla kavrulan…
Bir ümidimiz üniversite.
Köylerimiz artık virane duruma düştüler. Seneler önce ekilip sürülen tarlalarda artık yabani otlar bitmeye başladı, nerdeyse mera durumuna düştüler. Akşam yatan sabah soluğunu büyük şehirde aldılar. Belki gitmekte haklıydılar. Ektikleri para etmez ise biçtiklerini aracıya kaptırırlar ise birde Petrolu Dünyada en pahalıya tüketen ülke olduktan sonra artık kim tutar köylüyü. Aklıma gelmişken Dünyada en çok petrol ürünlerinden alınan vergi ülkemizde, motorlu taşıtlar da yanına cabası.” Şehre git şansın bol olsun” dediler gittiler.”Boğulursam derin gölde boğulurum “dediler gittiler. Onlara da çok görmemek gerek… E gide gide bir keloğlan bir ayvaz kaldık.
Gittiler de ne ettiler? Birçokları sefil perişan duruma düştüler. Bir kısmı dağı taşı altın olan büyük şehirde gömü mü buldular(!) ? Çok azının işi rast gitti. Talihi ona yaver oldu… Anlayacağınız orada sefil burada da sefil…
Peki, kalsaydılar ne olurdu. Sanayi yok. Fabrika yok. Yol yok. İz Yok. Ümit yok. Gitmesinde ne yapsın vatandaş. Eskiden bir Devlet dairelerine kadro ümitleri vardı. Şimdi o da kalmadı. KPSS denen bir sınav çıktı. Bizimkiler patır patır döküldüler. Bu sınava alışık değildiler. Hazırlıklı değildiler. Birileri gözlerini açmadı, ufuklarını aydınlatmadı. “Gelin bakın bu iş bundan sonra böyle olacak, gelin kurs açalım, eğitim verelim, gençlerimizi bu sınavlara hazırlayalım” diyenleri olmadı. Her zaman olduğu gibi büyük şehirdekiler birkaç adım önde oldular.
Ha birde herkes gözünü Devlet kapısına dikince, kimse usta olmadı. Kimse çocuğunu bir zanaat sahibine verip yetiştirmedi. Çok gitmez yurtdışından usta da ithal eder duruma geleceğiz. Sanayi sitesine gidip bir bakalım; hep ustalar çalışıyor çırak yok. Soruyorsun, ustam senin çırağın yok mu? “Kimse çocuğunu vermiyor. Hep memur olacaklarmış.” Cevabını alırsınız.
Ama sokalar da da işsizler deryası kol gezer. Devlet bir sınav açsa, rekor müracaatlar olur. Sanayide usta; çırak bulamaz. Köyde tarla ekilmez. Tarla ekilmediği gibi hayvanda bakılmaz. Hayvan pazarında hayvan olmaz. Etin kilosu da bilmem taaa nereler çıkar.
Hep hazıra alışmış bir toplum. Hani bizde bir tabir var ya(!) “Ver yiyim, ört yatım(!)” Şu anda bu durumdayız.
Bak birde asgari ücretimiz var. Buna hiç değinmeyelim. Artık bu şehirde asgari ücretle bile iş bulmak çok büyük bir nimet oldu. Allah kadrini kıymetini bildire(!) Buna da şükür. Eskiden devlet memurluğunu beğenmiyordu bu millet. Zorla devlet memuru yaptıklarını bilirim vatandaşın…
Sizin anlayacağınız gardaş; dert çok bizim illerde. Sizin illerde durumlar ne âlemde bilemem. Ama bizim illerin hali ahvali bu.
Aslına bakarsanız, çoğu ilimizin hali ahvali bu… Hem de tahmin edemeyeceğimiz kadar. Bolu da, Adapazarı’n da, Sakarya da köyler boşalmışsa artık bu memleketin halini siz düşünün.
Memleket olarak, millet olarak hazıra mı alıştık ne? Verin yiyim, örtün yatım. Hep işin kolayı… Kolay kazanç. Birden köşeyi dönmek… Az üretip çok kazanmak. Az çalışıp çok para kazanmak. Piyango, ganyan, toto-loto…
Bu sene piyango rekora gidiyor. Vay canına(!) Fakirin umudu(!) Hadi rast gele…
Birde işin diğer tarafına bakalım. Kimsede iktisat yok. Tutumluluk dene şey artık okul müfredatlarımızdan bile kalkmış. Lüks alabildiğine. Ayağını yorganına göre uzat; Atasözümüz çoktan unutulup gitmiş. “Lüksünden giyin ki; seni entel sansınlar. Pahalısından kullan ki; seni…” Falan filan…
Hangi tarafından bakarsanız bakın. Dökülüyoruz. Ey millet(!) Hatta alçak sürünmelerdeyiz. Hep bir ümit peşindeyiz. Olmayacak ümitler. Hiç gerçekleşemeyecek hayaller. Gökten yağsın biz toplayalım(!) Hiç boşuna beklemeyelim. Yer demir olmuş gök bakır. Ne yağacağı var ne düşeceği. Çalışanlara müstesna…
Son bir not: Müteşebbislere de çok görmemek lazım. Ulaşım büyük bir sorun ve hayli maliyetli bir iş. Demir yolu gelmediği müddetçe de, kimsenin bir yatırım yapacağını da ümit etmiyorum.
Bu yazıya, bir iki not daha düşmeyi uygun gördüm. Noktan sonra virgülle devam edelim. Ya da bir parantez açıp, içine bir şeyler da ha yazalım.
Derdim olan memleketime neler yapmamız lazım. Bir şeyler yapmak lazım ki artık dert olmaktan çıksın. Yoksa dert kangrene dönüşecek. Sonra demedi demeyin.
Her şeyden önce tarım ve hayvancılığa tekrar dönmemiz lazım. Bizim topraklarımız ve iklimiz buna müsait. Arazimizde öyle. Ama bir nüans var burada. Üretilen kalpazanın elinde kalmasın. Üreten bilsin ki benim Devletim beni mahzun etmez.
Gözlerimizi Devletin kapısından biraz kendimize ve toprağımıza çevirelim.
Madenlerimiz var. Demir yolu gelmedikçe de, bu madenler rantablı olmaz. Gelmesi şarttır. Karayolu taşımacılığıyla olmaz. Taşıma suyla değirmen döndürmeye benzer bu iş.
Hava ulaşımı artık vaz geçilmez bir ulaşım aracı olmuştur. İnsanımız artık hava ulaşımını tercih ediyor. Ne yapsın vatandaş; vakit nakittir.
Ve turizm. Özelliklede yerli turizmi bu şehre çekmenin çarelerine bakmak lazım… Yukarda ki son iki madde gerçekleşirse sorunun çoğu halledilmiş olur. İnsanlarımız artık lüks otellerde tatil yapmaktan vaz geçme eğilimi içerisindeler. Vatandaş bu otellerde donuna çorabına kadar soyuluyor. Hizmetin olmaması da cabası. Diğer hallerini de söylemiyorum. Benim terbiye sınırlarımı aşıyor. Vatandaşın; soyulmaktan ise doğa turizmine yönelmesi gayet doğaldır. Daha da ilerisi bütün dünyada doğa turizmine bir kayma var. Bu fırsatı iyi değerlendirmemiz lazım. Gereken doğaya ve floraya sahibiz.
Rahmetli, Lorulu (Beşpınar Köyü)Hacı Mehmet Efendinin güzel bir sözü aklıma geldi. Onu da söyleyeyim de bu yazıya artık bir son verelim. “Bu Dünya; çalışırsan hapa haptır hapa hap, çalışmazsan baka baktır baka bak.”