Aydın iline ait efsanelerden bazıları Kızlar Hisarı Efsanesi, Medusa Efsanesi, Çocuklu Kaya Efsanesi ve Çine Çayı Efsanesidir.
Kızlar Hisarı Efsanesi
“Alabanda kralının çok güzel bir kızı vardır. Herkesin gözü bu güzel kızdadır. Alabandalı iki sanatçı kıza talip olurlar ve kraldan isterler. Kral birisine kente su getirmesini, ötekine de senato binasını yapmasını söyler. Ancak ikisinin de aynı anda işe başlamalarını, üstlendikleri işleri önce kim bitirirse kızı ona vereceğini bidirir. İki sanatçı büyük aşkları uğrunaher güçlüğe göğüs gererek heyecanla işlerine başlarlar. Suyu getirecek olan o kadar hızlı çalışır ki, işinin bitimine ramak kaladaha ötekinin ki yarıyı bulmamıştır. Normal koşullarda kızı alamayacağını anlayan ikincisi kendien göre plan uydurur. Büyük para ver mücevherat vererek aracılar bulur. Aracı büyük bir yalan düzer. Doğruca suyu getirecek olana gider. Seneto binasının çoktan bittiğini, dolayısıyla kızın mimara verildiğini söyler. Suyu getirecek olan, büyük şaşkınlık içinde bir an duraklar. Dolu dolu olan gözlerinden sızan yaşlar, yanaklarından aşağıya, titrek dudaklarına iniverir.bir an nerede olduğunu ne yaptığını bilemeyecek hale gelir. Sonra kalkar doğrulur. Etrafına, bir şey ararcasına bakınır. Sonra yerde yatan balyozunu alır, havaya fırlatır. Balyoz daha havada iken altına dikilir. Hızla inmekte olan balyoz adamı paramparça eder. Bir başka söylentiye göre de adam kendi yaptığı İncekemer’den aşağıya atlayarak intihar eder. Böylece rakipsiz kalan mimar kızı alır. O günden beri senato binasına Kızlarhisarı denilmektedir.”
Medusa Efsanesi
Dünyanın, Tanrılar tarafından yönetildiği çağlarda, güzelliği dillere destan, bütün tanrıları kendisine aşık eden Medusa adında bir kız yaşarmış. Yeryüzünde bütün kadınlar bu güzelliği yüzünden Medusa’yı kıskanırmış. Medusa, kendisini Tanrılara adamış ve iki kız kardeşi ile birlikte baş Tanrı Zeus’un en sevdiği kızı Athena’ya ait bir tapınakta yaşarmış. Phorkus ve Keto’nun kızları olan bu üç kız kardeşten diğer ikisi ölümsüzmüş. Kendi tapınağında yaşayan bu güzel kızı gören Athena da kızın güzelliğinden etkilenmiş ama kendisini daha güzel ve zeki bulduğu için de pek fazla önemsememiş. Athena, Zeus’un kardeşi olan denizlerin efendisi büyük Poseidon ile evliymiş. Güçlü ve ölümsüz Tanrı Poseidon da karısı Athena’nın tapınağında yaşayan bu güzeller güzeli kıza aşık olmuş ama Tanrılar katında bir ölümlüye aşık olduğu için küçümsenmekten korktuğu için aşkını gizlemiş. Bir gün Athena, Poseidon’un Medusa’ya karşı ilgisini öğrenmiş. Poseidon bunu şiddetle reddetmiş ve Tanrıça Athena’ya da yeryüzü ve gökyüzünde ondan daha güzel ve alımlı hiçbir canlının olmadığı üzerine yeminler etmiş. Athena da Poseidon’un bu söylediklerine inanarak olayı çok fazla büyütmemiş. Ancak yine de bir türlü çıkaramamış aklından Medusa’yı.
Poseidon, tutkusuna yenik düşmüş ve bir gün gizlice girdiği sevgilisi Athena’nın tapınağında, güzeller güzeli Medusa’ya zorla sahip olmuş. Medusa harap bir halde tapınakta kalmaya devam etmiş. Athena bu olayı duyunca kendisini aşağılanmış hissetmiş. O kadar kızmış ki Medusa’yı çok acı bir şekilde cezalandırmaya karar vermiş. ” Onlara da önce büyük acılar çektirmeliyim. Tıpkı benim çektiğim gibi.” Demiş. Medusa ve kız kardeşlerini birer ifrite çevirmiş. Dünyalar güzeli Medusa ve kız kardeşlerinin artık yüzleri o kadar çirkinmiş ki kimse bakmaya tahammül edemiyormuş. Medusa’nın o güzelim saçlarının her bir teli yılana dönüşmüş. Bununla yetinmeyen Athena, Medusa’ya bakmaya çalışan herkesin taşa dönüşmesini neden olmuş. Medusa’yı öldürmek için Argos Kralı Akrisios’un kızı Danae’nin, Zeus’tan olma oğlu Perseus’la yani üvey kardeşiyle işbirliği yaparak Medusa’nın kafasını kesmeye karar vermiş. Perseus üvey kız kardeşinin bu isteğini hemen yerine getirerek keskin kılıcıyla zavallı Medusa’nın yılan saçlı kafasını bedeninden ayırmış.
Ancak Athena’nın bilmediği bir şey varmış. Medusa, Poseidon’un kendisine zorla sahip olduğu gece Poseidon’dan hamile kalmış. Medusa öldüğü anda Poseidon’un Medusa’nın rahmine bıraktığı çocukları Pegasus ve Chrsyar, Medusa’nın cansız bedeninden dışarı çıkıvermişler. Athena, denizler tanrısı Poseidon’dan olma bu iki kardeşi kendisine köle yapmaya karar vermiş. Kardeşlerden Chrsyar’ın iyi bir savaşçı olacağını düşünen Athena onu kendisine, kanatlı beyaz bir at olarak doğan Pegasus’u da Korinthos şehrinin kralı Glaukos’un oğlu Bellerophone’e vermiş. Pegasus’u ona vermesinin nedeni de Bellerophone’nin ağzından ateşler saçan, aslan başlı, keçi gövdeli ve yılan kuyruklu Khmimaira adında bir canavarla savaşmaya gidecek olmasıymış. Athena, uzun zamandır bu canavarla savaşmak için yardım isteyen Bellerophone’a Pegasus’u vererek yardım çağrılarına da kayıtsız kalmadığını göstermiş böylece. Bir taşla iki kuşa vurmuş. Athena “Pegasus, Bellerophone için bu savaşta oldukça işi yarar, ne de olsa denizler Tanrısı güçlü Poseidon’un oğlu” diye düşünmüş. Bellerophone, Pegasus’u iyi bir savaşçı olarak eğitmiş ve çok güzel bir dostluk kurulmuş aralarında. Zamanı gelince de Bellerophone kanatlı atı Pegasus’a binerek Khimaira ile savaşmaya gitmiş. Pegasus canavarın ağzından fışkırttığı alevlerin kendilerine ulaşamayacağı bir yüksekliğe çıkmış. Bellerophone da canavara havadan oklarıyla saldırmış, kurşun ve demir karışımı oklarının birbiri ardına fırlatmış.
Canavarı oklarla öldürmenin imkansız olduğunu anlayan Bellerophone, Tanrıların kutsadığı mızrağını kaldırmış ve canavar Khimaira’nın en zayıf yeri olan çenesine saplamış. Canavar Khimaira’nın ağzından fışkırttığı alevler mızrağın kurşun ucunu eritince de kurşun canavarın boğazından içine doğru akmış ve canavar oracıkta ölüvermiş. Bellerophone canavarın cansız bedenine gururla bakmış. Yakın dostu büyük ve güçlü Tanrı Poseidon’un oğlu Pegasus’la birlikteyken yenemeyeceği hiçbir düşman olamayacağını düşünmüş. Bellerophone bu büyük zaferinin sarhoşluğu içinde kendinden geçmiş ve artık kendisini de bir Tanrı olarak görmeye başlamış. Yerinin de Tanrıların yaşadığı Olympos Dağı’nın zirvesi olduğunu düşünerek oraya doğru yola çıkmış. O sırada Olympos’taki tahtında olup biteni izleyen Tanrıların Tanrısı Zeus, Olympos’a doğru kanatlı atıyla gelen Bellerophone’u görünce çok kızmış ve bir atsineği göndererek Pegasus’u ısırmasını emretmiş. At sineği Zeus’tan aldığı emirle birlikte hızla Bellerophone ve Pegasus’un yanına gitmiş ve Pegasus’u ısırmış. At sineğinin ısırmasıyla canı çok yanan Pegasus çırpınınca sırtındaki Bellerophone’u da düşürmüş. Pegasus ise yükselmeye devam etmiş, Olympos’un tepesine varmış. Zeus buraya kadar gelebilen bu kanatlı beyaz atı çok sevmiş ve kendisinin silahlarını taşıyan bir hizmetkar olarak yanına almış. Bellerophone ise tanrılara karşı işlediği bu büyük günahının cezasını ölene kadar insanların ondan iğreneceği bir şekilde çirkin, kör, sakat olarak geçirmeye mahkum olmuş.
Nal İzi
“Alabanda kentinin yapısında kullanılan blok taşlardan bazıları üzerinde nal izi bulunmaktadır. Halkın inancına göre Hz. Ali dini ve mistik inançla Alabandaya saldırmış. Savaş o kadar şiddetli olmuş ki küheylan, bastığı taşlarda ayak izlerini bırakmış.”
Ahmet Gazi Camii
“Eskiçine köyündeki Ahmet gazi Camiinin dış duvarları tamamlanmış, sıra kubbenin yapımına gelmiştir. Halk caminin bitimini sabırsızlıkla beklemektedir. Kubbe bir gece bir bütün olarak caminin üzerine konuvermiş. Halk kubbenin Allah tarafından kondurulduğuna inanmaktadır.”
Çocuklu Kaya Efsanesi
Akçaova bucağının belen mevkiinde gövdeden birbirine bitişik iki insanı andıran sivri bir kaya vardır. Kuzeye bakan bu iki kayadan doğudakinin gövdesine yapışık küçük bir kaya daha bulunmaktadır. Bu küçük kaya da annenin kucağındaki çocuğu temsil etmektedir.
Vaktiyle bir kadının teknesinde ekmeklik hamur yoğururken küçük çocuğu da yanlarında oynuyormuş. Bir ara çocuk kendi pisliği ile de oynamaya başlamış. Sonra pis ellerini hamur teknesine batırmış. Allah, kutsal nimeti koruyamayan anne, baba ve çocuğunu o anda taş haline getirmiş. Bu yüzden kayaya “Çocuklu kaya” denmekte ve çocuklar yanlış davranışlarında “Allah seni de taş eder” diyerek korkutulmaktadır.
Çine Çayı Efsanesi
Efsaneye göre bütün güzel sanatların tanrısı olan Apollon, yeryüzünün bu güzel köşesinde saz çalarak dolaşır. Diğer tanrılara ve ölümsüz perilere neşeli dakikalar yaşatırmış. Birgün bu yöreye bir ölümlü gelip yerleşmiş. Elinde hiçbir gökyüzü tanrısının ve perilerin bugüne kadar görmediği uzun bir kavalı varmış. Ölümlü uzun kavalı öyle güzel üflüyor, ona öyle etkili nağmeler çıkartıyormuş ki herkes vecd ile dinliyormuş. Periler ölümlünün, sazını Apollon’dan daha güzel ve daha dokunaklı çaldığını birbirlerine fısıldamışlar. Üstelik sazının da Apollon’un sazından daha etkileyici ve büyüleyici olduğunu söylemişler. Bu sözler Apollon’un kulağına kadar gitmiş. Çok öfkelenen ve gazaba gelen Apollon, ölümlüyü tanrıların huzurunda yarışmaya davet etmiş. Şimdiki Çine Çayı’nın vadisinde yarışmaya başlamışlar. Ölümlü sazını o kadar güzel üflemiş, o kadar dokunaklı çalmış ki buna tanrılar bile şaşmış. “Artık ölümlünün üstünlüğünü kabul et Apollon, sazını senden çok daha güzel çalıyor” demişler.
Ölümlünün üstünlüğünü bir türlü içine sindiremeyen Apollon tanrısal gücü ile ölümlünün derisini diri diri yüzdürmüş, onu Hades’in yanına göndermiş. Bu olaya periler o kadar üzülmüş, o kadar göz yaşı dökmüşler ki akan gözyaşları nehir olup akmış. Perilerin gözyaşlarının oluşturduğu Çine çayı o günden peri hala durmadan akarmış.